Ana içeriğe atla

Felsefe(6) - İnsan doğası gereği iyi midir, kötü müdür?

İnsan doğası gereği iyi midir, kötü müdür?

İnsanın düşünce gücü bu soruya ulaştığında, insanlık için henüz çok erken sayılabilecek bir zamandı. İnsanlık, bundan yüzyıllar öncesinde insan doğası üzerine düşünmeye başlamış ve insan zihninde bazı sorular belirmişti: İnsan doğası kavramı gerçekten var mıydı? Varsa eğer neydi bu insan doğası? İyi dediğimiz neydi; kötü dediğimiz neydi? Bunları kim belirlemişti ya da nasıl belirlemişti?

Tüm bu sorulara verilen cevaplar; biz insan doğası üzerine düşünmeye başladığımızdan itibaren sürekli olarak değişti ve bununla beraber düşüncelerimiz de zamanla uyum içerisine girdi. Tarihsel süreç içinde filozoflar, bilim insanları ve psikanalistler başta olmak üzere birçok düşünür bu konu hakkında temel olmuş bazı fikirler ortaya attılar. Unutmayalım ki; bu soru, iyi ve kötü kavramlarına bağlanacağı ve ahlak kurallarımız da zamanla değişmek zorunda olduğu için, ahlak felsefesi ve insan doğası hakkında, ahlak felsefesi temelinden başlayıp günümüze kadar olan süreci incelemeliyiz. Böylesi bizim için çok daha anlaşılır olacaktır.





Düşünürlerin soruya bakışları

Sokrates, sorumuzda ilk olarak insan doğası kavramının olup olmadığını sorgulamış ve insan doğasını kabul ettikten sonra; insanın doğası gereği iyi mi yoksa kötü mü olduğunu sorgulamaya başlamıştır. İnsan neden kötülük yapardı? Sokrates'e göre bu sorunun cevabı kendimizdeydi. İnsan ancak kötünün ne olduğunu bilmeden kötülük yapardı. Kötünün, kötü olduğunu bilmeyen insan kötülük yapardı; çünkü iyiye ve kötüye dair bir bilgisi yoktu. Yani Sokrates'e göre kötülüğün kaynağı insanın bilgisizliğiydi. İnsan doğuştan gelen herhangi bir nedenle, iyi veya kötü olmazdı. İnsan, ancak ve ancak bilgisi dahilinde yapacağı doğru veya yanlış seçimlerle; iyi veya kötü birisi oluyordu Sokrates'e göre.

Augistinus, insan doğasının düşmeden beri bozulmuş olduğunu düşünmekteydi. Her kuşak ilk insanın başkaldırısının neden olduğu bir lanet ile doğmaktaydı ve insanı bundan kurtaran da kilise törenleri yani Tanrıydı. Tevrat ve aslında temelde tüm tek tanrılı dinler insan tarihinin bir suçla başladığını söyler. Bu kimine göre düşme; kimine göre Adem'in laneti; kimine göre ise yasak elmanın yenilmesiydi. İnsan doğası gereği bir suçla dünyaya gelmişti ve tanrı bu suçları affedip bağışlayandı. Augistinus'a  karşı Pelugius ise farklı bir düşünceye sahipti. O, Adem'in suçunun salt kişisel ve sadece kendisini ilgilendirecek olduğunu söylüyordu. Ona göre, sonuç itibarıyla her insan, Adem'in düşmeden önceki güçleri kadar yozlaşmamış güçlerle doğmaktaydı. Suç, günaha kışkırtmanın ve kötü örneklerin bir sonucuydu. Augistinus, insanın doğası gereği kötü olduğunu düşünmekte ve bunu düşme ile açıklamaktaydı.

Daha sonraları Augistinus'un bu düşüncesini; Luther ve Kalvin temel olarak alacak fakat insanın doğası gereği kötü olmadığını, insanın önünde engeller olduğunu söyleyeceklerdi. Onlara göre insanın kurtuluşu için en büyük engel; güç ve gururdu. İnsan ancak bu engelleri aştığında iyiye ulaşabilirdi. 

Genel olarak baktığımızda; insanın güç ve onuruna bilinçli bir şekilde inanıyoruz fakat çok kez bilinçdışı olarak insanın güçsüzlüğüne ve kötülüğüne de inanıp, bunu insan doğası olarak açıklamaya çalıştığımızı görüyoruz. Bu ise bizi uçsuz bucaksız insan doğası hakkında arayış içinde olan farklı düşünürlere zincir etkisiyle götürüyor...




Thomas Hobbes, bu arayış içinde önemli bir yere sahiptir. Hobbes'a göre insan doğası temelde üç kavga üzerinde şekillenmişti: Rekabet, güvensizlik, şan ve şeref kazanma isteği. Birincisi; insanları kazanç için;ikincisi, güvenlik için; üçüncüsü ise şöhret için mücadele etmeye iter. Rekabet, başka insanların kişiliklerine, karılarına, çocuklarına ve hayvanlarına egemen olmak için kullanır, güvensizlik, kendisini korumak ister; şan ve şeref kazanma isteği ise kendi kişiliklerine yönelik olarak doğrudan veya hısımları, arkadaşları, milletleri, meslekleri, vey adları dolamıyla, bir söz, bir gülümseme, farklı bir görüş ve başka biraşağılama işareti gibi küçümsemelere göre şiddet kullanır. Hobbes, 'Homo Homini Lipus' (İnsan, insanın kurdudur), derken de insanın doğasında temel kavgaların olduğunu ve doğuştan kötücül tasarlandığını düşünüyordu. Hobbes'a göre doğuştan kötücül tasarlanan insanın ilkel durumuyla şimdiki durumu arasında ise bir fark yoktu.

Jean Jacques Rousseau, temelde Hobbes'a katılıyor fakat insanın ilkel durumuyla şimdiki durumu arasında farkların olduğunu düşünüyordu. Çünkü Rousseau'ya göre insan ilkel durumda iyi ve eşitken daha sonradan kötücülleşmiş ve bozulmuştur. Rousseau'ya göre insan doğasının iki temel niteliği varlığını korumak ve başkasıyla duygudaşlık kurmak ve ona acımaktır. Fakat zamanla bu ilkeler bozulmaya uğrar ve doğal olmayan bir duruma evrilir.

Freud, insanın doğası gereği iyi mi kötü olacağı sorusuna dualist bir bakış açısı kazandırmıştır. O, insanın üstünde eşit ölçüde güçlü olan ikin gücün savaş halinde olduğunu düşünmekteydi; yaşama itilimi ve ölme itilimi. Ölme itilimi dış objelere yöneltiğinde, kendisini, yoketme itilimi olarak açığa vurmaktaydı. Bu iklim insanın kaldığı zaman ise, kendini öldürmeyi amaçlamaktaydı. Freud'un bu dualist yaklaşımı gayet makul ve çekicidir. Çünkü Freud, insanı temelde iyi ve kötü olarak görmemiş, ama eşit ölçüde iki kuvvetli, çelişik güç tarafından yönlendirildiğini söylemiştir. Belki de Freud'un görüşünün bize bu kadar çekici gelmesinin sebebi; günlük yaşantımızda yaşam ve ölüm, barış ve savaş, gece ve gündüz, ak ve kara gibi iç içe geçmiş kutupsal kavramların tüm gerçekliğiyle varolmasıdır.

Freud'un bize oldukça makul gelen dualist görüşüne karşı sorulması gereken bazı sorular da vardır: İyi ve kötü güçler eşit kuvvette midirler? Her ikisi de insanın özgün donanımlarının bölümleri midir ya da bunlar arasında başka hangi olası ilişkiler varolabilir? Freud'a göre, yıkıcılık tüm insanlarda yaradılıştandır. Yıkıcılık, başlıca objesinin başkaları ya da insanın kendisi olması bakımından ayrım gösterir. Ayrıca insandaki yaşamı yok edici güçler, yaşamı ilerletecek güçlerle ters orantı içerisindedir. Yani, yaşamımızı yok edici nitelikte olan güçleri ne kadar azaltırsak, o kadar kendi yaşamımızda ilerleyebiliriz.

Varoluşçular ise, insan doğasını tümüyle reddetmişlerdir. Çünkü varoluşçular genel olarak insan doğasına değil insanın özüne inanırlar. Heiddeger'e göre insan dünyaya fırlatılmış bir varlıktır ve dünyaya fırlatılmadan önceki süreç insanın kendisini ilgilendirmez. İnsan, varolduktan sonra kendisini oluşturmaya başlar. Özü itibarıyla verdiği kararlar, yaptığı seçimler insanın kendisini belirler ve bunda insan doğasının bir etkisi yoktur. Seçimleri insanı bazen iyi bir yola sokarken bazen de kötü bir yola götürebilir. Doğuştan gelen herhangi bir nitelik, insanı kötü veya iyi yapmaya yetmez. İnsan yaşamının özüne odaklıdırlar. Varoluşçu filozoflara göre; insan tüm niteliklerini ve kişiliklerini sonradan kazanır; kendisini, sadece ve sadece kendisi inşa eder.




Doğal olarak insan, özü gereği sürekli olarak değişimin içindedir. Fakat bu oluşumu ve değişimi başlatan da durduran da insanın kendisidir. İnsan kötüyü de iyiyi de kendisi oluşturur ve her ikisi de kendi yaşamımızda birlikte ve iç içedir. Bazen bir roman karakteri aynı zamanda iyi ve aynı zamanda kötü olabilirken, bazen de bir filmin başrol karakteri hem iyi hem de kötü sayılabilecek davranışlar sergileyebilir. Kendi yaşantımıza baktığımızda da iyiyi ve kötüyü hayatımızda aynı anda görebiliriz. Belirli bir ölçüde kendimizi iyi veya kötü olarak tanımlamamız ne kadar gerçeği yansıtır bilinmez fakat iyi ve kötünün içimizde olduğu şüphesiz ki bir gerçektir. 

Sonuç olarak baktığımızda insan hem iyidir hem de kötüdür. İnsanlar dünyanın bir yanında barış ve huzur içinde yaşarken, diğer yandan birbirlerini acımasızca öldürmeye devam etmektedir ve edecektir. Çünkü insan iyi olduğu kadar acımasız, kötü olduğu kadar vicdan sahibidir. Duruma, çevreye ve en önemlisi kendi değerlerine göre istemli veya istemsiz, bağımlı veya bağımsız olarak iyiyi de kötüyü de seçen konumundadır ve ikisini de yaşamında barındırır.





''Çünkü insan sadece zarar vermiş olmaktan başka bir amaç gütmeksizin başkalarına acı veren tek hayvandır. Diğer hayvanlar, açlıklarını gidermek ya da bir mücadelede üstünlük sağlamak söz konusu olmadıkça bunu asla yapmazlar.''


Arthur Schopenhauer, İnsan Doğası Üzerine








Kaynakça:

Thomas Hobbes, Leviathan

Düşünbil, İnsan Doğası Üzerine

Erich Fromm, Kendini Savunan İnsan

İnsan İyi mi Kötü mü, İnsanokur

Yorumlar

  1. Bilemezsin kardeeeeeeş, meyveyi soymadan içinden ne çıkacağını bilemezsin. Çıplak insan sırlar barındırır ama derisini yüzersen sırrı kalmaz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. modern dönemin en büyük filozofu ramiz karaeski'yi unuttuğum için mahcubum...

      Sil
  2. Yine hep merak edip sormaya korktuğumuz sorulardan birine ışık tutmuşsunuz, çok değerli ve etkileyici.

    Devamını bekliyoruz...

    YanıtlaSil
  3. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Felsefe (7) - Sokrates ve Etik Felsefesi

Sokrates ve Etik Felsefesi Sokrates insanları 'ruhlarına özen göstermeye' çağırırken, onların ruhlarına gerekli özeni göstermediklerini düşünmüş ve bu yolda gerekli olan özbilinçten yoksun olduklarını söylemiştir. Bu sözleri, yüksek oranla Atinalı çevresinin etkisiyle ortaya çıkmıştı. Sokrates için söz konusu olan önemli ve değerli şeyler, Atinalıların peşinden koştukları şeylerle aynı değildir. Onun etiği; Atinalıları mevcut yaşamlarından ve değerlerinden uzaklaştırmaya, gerçek ve yeni değerler oluşturmaya yönelik -sonunda kendi hayatına mal olacak kadar büyük- bir teşebbüstür. Onun gözünde insan, bir beden ve bir ruhtan meydana gelen, bir maddi bir de manevi boyutu bulunan, bileşik bir varlık olup, bunlardan insanın varlığına karşılık gelen, onu her ne ise o yapan etken ise ruhtur. Ölümsüz olan ruh karşısında, beden sadece bir araçtır. İnsanı ortaya getiren bu iki ayrı bileşen, Sokrates'e göre, iki ayrı değer türünün ortaya çıkışına sebep olur. Gerçekten var

Felsefe (1) - Platon ve Mağara Alegorisi

Şüphesiz ki Platon günümüze kadar gelmiş geçmiş en önemli filozoflardandır. Toplum ve devlet düzenini eleştirdiği ‘’Devlet ‘’ adlı kitabının 7. Bölümünde Mağara benzetmesiyle toplumu eleştirmiştir.Tabii bu benzetmesi günümüzde de hala geçerlidir ve birçok alanda toplumu aydınlatmaya ve yol göstermeye devam etmektedir. Biz de ‘’topluma eğitimin etkisini ve doğamızın eksikliğini’’ bu alegoriyle anlatmaya çalışacağız... Şimdi mağaranın içinde tutsak,mağaraya zincirlenmiş, dış dünyadan habersiz ve nerde olduğunu göremeyen bir insan topluluğu hayal edelim. Aynı zamanda içerde doğal ışık yoktur,duvarları rutubetli ve oldukça karanlıktır. Bu insanların görebildikleri şey sadece mağaranın duvarları ve dışarıdan yansıyan gölgelerdir. Mağaranın içindeki insanlar, dış dünyadan yansıyan gölgelerin( hayvan, insan,bitki vb.) oldukça büyüleyici olduğunu düşünürler ve doğal olarak bundan   etkilenirler. Gölgelere kendilerini o kadar kaptırırlar ki gerçek olduklarını düşünmeye başlarlar. Eğer bun