Ana içeriğe atla

Felsefe (7) - Sokrates ve Etik Felsefesi





Sokrates ve Etik Felsefesi

Sokrates insanları 'ruhlarına özen göstermeye' çağırırken, onların ruhlarına gerekli özeni göstermediklerini düşünmüş ve bu yolda gerekli olan özbilinçten yoksun olduklarını söylemiştir. Bu sözleri, yüksek oranla Atinalı çevresinin etkisiyle ortaya çıkmıştı. Sokrates için söz konusu olan önemli ve değerli şeyler, Atinalıların peşinden koştukları şeylerle aynı değildir. Onun etiği; Atinalıları mevcut yaşamlarından ve değerlerinden uzaklaştırmaya, gerçek ve yeni değerler oluşturmaya yönelik -sonunda kendi hayatına mal olacak kadar büyük- bir teşebbüstür.

Onun gözünde insan, bir beden ve bir ruhtan meydana gelen, bir maddi bir de manevi boyutu bulunan, bileşik bir varlık olup, bunlardan insanın varlığına karşılık gelen, onu her ne ise o yapan etken ise ruhtur. Ölümsüz olan ruh karşısında, beden sadece bir araçtır. İnsanı ortaya getiren bu iki ayrı bileşen, Sokrates'e göre, iki ayrı değer türünün ortaya çıkışına sebep olur. Gerçekten var olanın beden olduğuna inananlar veya insanı insan yapan unsurun ruh olduğu bilincinden yoksun olanlar; mutluluğu bedensel tatminlerde arayan, haz, maddi zenginlik ya da şan ve şeref peşinde koşanlardır.

Psukhe Anlayışı

Sokrates, ruhu akılla, insanın rasyonel meleke ya da yetileriyle özdeşleştirir. Buna göre insanı insan yapan şey psukhe(ruh) olup; psukhe'nin özünde ise akıl vardır. Sokrates'e göre, insana özgü faaliyet türü; hareket, büyüme, duyumlama, ya da üreme değildir. İnsanın aretesi, yalnızca insanda bulunan, insana özgü olan akılla ilgili olmak durumundadır. Psukhe'nin yani aklın en önemli fonksiyonu ise, tıpkı bir zanaatkarın araçlarını yöneterek bir şeyler yaratmak için kullanması gibi, bireyin de hayatını akılla yönetmesi, yönlendirmesi ve düzenlemesidir. İnsanın akli bir biçimde düzenlenmiş bir hayat sürdürmesi gerektiğini düşünen Sokrates, bu süreçte ise bilginin çok önemli bir rol oynadığını belirtir. Kişinin hayatını, kendisine mal etmesi gereken bir moral bilgiyle düzenlemesi gerektiğini savunur. 'Sorgulanmamış bir hayat, yaşanmaya değer olmayan bir hayattır' derken anlatmaya çalıştığı şey de tüm bunlardan farksızdır ve temelinde budur.

Sokrates, genel etik kurallarını yazılı olarak ardında pek bırakmasa da; seküler peygamber yaşantısı, sergilediği karakter ve büyük kahramanlığıyla yaşantısıyla birlikte ahlak felsefesine yön vermiştir. İnsanları ruhlarına özen vermeye çalışmakla birlikte, erdem ve mutluluk kavramlarını etik felsefesinde önemli bir yere koymuştur. Atinalıları, maddeye, şan ve şerefe değer verirken sürekli olarak erdemi unutukları için eleştirmekten kaçınmamıştır. İnsanların, başkalarının da bulunduğu ve toplum değerlerinin hakim olduğu bir dünyada, gerçek anlamda erdemli olmanın gerekliliğini savunmuştur ve bu sebepten dolayı kişinin nasıl yaşaması gerektiği konusunda haklı olarak eleştirilerde bulunmuştur. Geleneğin, geleneksel değerlerin hüküm sürdüğü bir dünyada, gelenek bu düşünüm eksikliğini telafi etse de, geleneksel davranış kurallarının, yeni oluşan düzene uyum açısından pratik bir yanlarının kalmadığı, onların yerine bir pazar ya da başarı ahlakının 'Adalet, güçlünün çıkarına olandır.', 'İnsan, her şeyin ölçüsüdür.' benzeri düsturlarının ikame edildiği 5. yüzyıl koşullarında, Sokrates'e göre toplumsal atmosfer insanlara neyin doğru, neyin yanlış olduğuyla, neyin iyi neyin kötü olduğuyla, yani ahlaklılıkla ilgili birtakım yanlış fikirler aktarır. Aynı sosyal atmosfer, insanlara ahlaklılıkla yakından alakalı dini düşünceler ve yanlış izlenimler yaratabilir. Dönemin bozuk koşullaması, Atinalılara sözde birtakım değerler, yanlış iyiler aktarır. Sokrates açısından, insanlar işte böylesi bir yanlış koşullanmışlık içinde, kendilerinin dışındaki güçler, kaotik bir çatışma ortamının sözde değerleri tarafından belirlenmiş olarak, üyesi oldukları topluma ve bağlı bulundukları kültüre göre yaşarlar.






''Erdem, bilgidir.''

Bu cümle, Sokrates'in tekrar tekrar ortaya koyduğu bir sloganı haline gelmiştir. Sokrates'e göre, her türlü bilginin erdem olmadığı açıktır. Zira herhangi bir zanaata, alana ya da konuya ilişkin bir bilgi, insanı mutluluğa götürmezken, erdem olan bilgi; onu kendisini gerçekleştirmeye ve mutluluğa götürür. Bir insan iyi bir tüccar, başarılı bir hekim ya da iyi bir bilim insanı olabilir, ama yine de mutlu olamayabilir. Böyle bir insan mesleğiyle ilgili her şeyi bilebilir, fakat yine de mutsuz bir hayat sürebilir. Buna göre, erdem olan bilgi iyi olmalı, insanları iyi kılmalı, insanların kısacık yaşamlarını iyi bir hayat haline getirmelidir. Özel bilgi türleri, çeşit çeşit iyi yaşam şekilleri sağlayabilmekle birlikte, söz konusu iyiler, onları nihai ve en yüksek amacımız doğrultusunda, en bilgece nasıl kullanabileceğimizi bilmediğimiz sürece bize, yalnızca zarar verebilir.

Sokrates'e göre, insanın doğasını gerçekleştirmesini ve gerçek amacına ulaşmasını sağlayan tek bilgi, iyi ve kötüye, neyin gerçekten iyi ve neyin gerçekten kötü olduğuna ilişkin bilgidir. Sophia adını verdiği bu bilgi, tek gerçek bilgi ve bilgeliktir. Ona göre, tüm insanlar, doğaları gereği mutlu olmayı istediklerinden ve neyin iyi, neyin kötü olduğuna ilişkin bilgi zorunlulukla mutluluğa götüren tek yol olduğundan, bu bilgi, tüm insanlar için kazanılması gereken bir bilgidir.

Eudaimonia ve Erdem

Erdemlerin birliğini öne süren, erdemi bilgelikle özdeşleştiren Sokrates'te, insanın amacının, erdemli yaşayan ahlaki fail ve yurttaş olarak insanın varacağı durumun eudaimonia ya da bir mutluluk hali; dolayısıyla da onun etiğinin bir eudaimonizm ya da bir mutluluk etiği olduğu söylenebilir. Onun bakış açısından mutluluk, belli bir biçimde hissetmekten ziyade, belli türden etkinlikleri gerçekleştirme veya belli bir biçimde fonksiyon göstermekle ilgili bir konu olup o, ahlaki erdemleri de bu zemin üzerinde temellendirir. Sokrates açısından herkes mutlu olmak ister, dolayısıyla erdem ile mutluluk arasındaki zorunlu ilişkiyi gören kişi erdemli olmayı da isteyecektir. Onun etiği, tüm bu sebeplerden dolayı entellektüalist bir etiktir.

Sokrates'in söz konusu argümanı iki ana düşünceye bağlıdır. Bunlardan birincisi, beşeri yetkinliğin, maddi zenginlik veya politik güç gibi maddi bir iyi değil manevi bir iyi, ruha özgü bir iyilik olduğudur. İkinci ana düşünce ise, ruh için en yüksek ve en önemli iyinin ahlaki erdem olduğudur. Yani, kişi erdemli olduğu zaman, erdemsiz ya da kötü biri olduğunda sahip olacağı bütün diğer iyilerden değer bakımından çok daha üstün bir ruh haline erişir. İşte Sokrates tarafından kurulan ve sonra pek çok Yunanlı düşünür tarafından devam ettirilen bu etik görüşe, mutluluğu erdeme bağlayan söz konusu anlayışa eudaimonizm adı verilir.

Sokrates, bununla üç şeyi anlatmak ister. Birincisi: Erdem, özellikle hayata geçirildiği zaman, mutlulukla özdeş olmak durumundadır. İkincisi: Erdem, erdemli eylemlerle birleştiği zaman, mutluluğun en önemli bileşenini meydana getirir. Üçüncüsü ise: Erdem, mutluluğa erişmenin yegane yoludur. Buradan yola çıkıldığında, erdemi temele alan, ahlaki erdem ile mutluluk arasında tözsel bir bağ kuran Sokratik etiğin, modern etik kuramlarıyla taban tabana zıtlık gösterdiğini söylersek yanlış olmaz. Modern etik teorileri eylem merkezli oldukları yerde, Sokratik etik fail merkezlidir. Modern etik teorilerinin ahlaklılığı eylemler ile, eylemleri ahlaki ya da gayrı ahlaki kılan özellikler yoluyla açıklamaya çalıştıkları yerde; Sokrates ahlaklılık olgusuna fail fail yoluyla yaklaşmış ve esas olarak erdemli bir kişiyi meydana getiren özelliklerin neler olduğuyla, ahlaki karakter ve değerler kümesiyle, kişinin kendisine ve başkalarına karşı etik tutumlarıyla ve ahlaklı bir insanın adil ve iyi bir toplumdaki yeriyle ilgilenmiştir.

Genel bir bakış

Özet olarak baktığımızda, Sokrates etiği, ilk olarak aklın temel olduğu psukhe yani ruhla ilgilenmektedir ve insanların ruhlarına özen vermeye davet eder. Gerçek benliğin psukhe olduğu bilindikten sonra ise psukhe kavramının ne olduğu ve psukhe'nin amacına dair sorular sorularak eudaimonia'ya yani erdeme bağlı mutluluğa ulaşılır. Psukhe'nin işlevi bilmektir; bedeni kontrol altında tutarak, insan hayatını düzenlemektir. Ve pek tabii önemi Sokrates için çok fazla olan şey ise bilgi ve beraberinde olgun bir bilgeliktir. Bireyin neyin gerçekten iyi, neyin gerçekten kötü olduğunu, kendi yaşamını sorgulayarak ulaşması ise en büyük bilgeliktir. Sokrates'e göre insanın temel gayesi mutluluğa ulaşmak ve gerçek mutluluğun tek yolu ise erdeme dayalı gerçek bir bilgeliktir. Aristoteles ve Platon başta olmak üzere Sokrates'in etiği birçok yönden eleştirilmiştir. Bu eleştiriler ise artık başka bir yazının konusu. Fakat tüm bu eleştirilerin olması da gayet normal karşılanmalıdır. Çünkü Sokrates, tıpkı politika felsefesinde olduğu gibi ahlak felsefesinin de öncüsü olarak kabul edilir. Atinalıları son nefesine kadar ısırmaktan vazgeçmeyen Sokrates, yarattığı etik anlayışını, erdemli ve bir o kadar da sıradışı yaşamıyla ortaya koymaktan hiçbir zaman vazgeçmeyerek etik felsefesine yön vermiştir.






''Ben Tanrı'nın devletin başına tebelleş ettiği bir atsineğiyim; her gün her yerde dürtüyor, uyarıyor, azarlıyor, peşinizi hiç bırakmıyorum. Benim gibi birini hiç bulamayacaksınız; yargıçlar, onun için beni esirgemenizi, kendinizi benden yoksun bırakmamanızı öneririm. Ama belki de uykusundan yeni uyandırılmış biri gibi, canınız sıkılarak, uzun boylu düşünmeden Anytos'un öğüdüne uyar, beni kolayca vurup öldürebileceğiniz sanısına kapılır, Tanrı size acıyıp benim yerime başka bir atsineği gönderinceye kadar, yaşamımızın geri kalan bölümünde uykuya dalarsınız gene.''

Sokrates'in Savunması, Platon











Kaynakça: Say Yayınları, Fikir Mimarları Dizisi, Sokrates, Hazırlayan: Ahmet Cevizci,2013

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Felsefe(6) - İnsan doğası gereği iyi midir, kötü müdür?

İnsan doğası gereği iyi midir, kötü müdür? İnsanın düşünce gücü bu soruya ulaştığında, insanlık için henüz çok erken sayılabilecek bir zamandı. İnsanlık, bundan yüzyıllar öncesinde insan doğası üzerine düşünmeye başlamış ve insan zihninde bazı sorular belirmişti: İnsan doğası kavramı gerçekten var mıydı? Varsa eğer neydi bu insan doğası? İyi dediğimiz neydi; kötü dediğimiz neydi? Bunları kim belirlemişti ya da nasıl belirlemişti? Tüm bu sorulara verilen cevaplar; biz insan doğası üzerine düşünmeye başladığımızdan itibaren sürekli olarak değişti ve bununla beraber düşüncelerimiz de zamanla uyum içerisine girdi. Tarihsel süreç içinde filozoflar, bilim insanları ve psikanalistler başta olmak üzere birçok düşünür bu konu hakkında temel olmuş bazı fikirler ortaya attılar. Unutmayalım ki; bu soru, iyi ve kötü kavramlarına bağlanacağı ve ahlak kurallarımız da zamanla değişmek zorunda olduğu için, ahlak felsefesi ve insan doğası hakkında, ahlak felsefesi temelinden başlayıp günümüze kadar

Felsefe (1) - Platon ve Mağara Alegorisi

Şüphesiz ki Platon günümüze kadar gelmiş geçmiş en önemli filozoflardandır. Toplum ve devlet düzenini eleştirdiği ‘’Devlet ‘’ adlı kitabının 7. Bölümünde Mağara benzetmesiyle toplumu eleştirmiştir.Tabii bu benzetmesi günümüzde de hala geçerlidir ve birçok alanda toplumu aydınlatmaya ve yol göstermeye devam etmektedir. Biz de ‘’topluma eğitimin etkisini ve doğamızın eksikliğini’’ bu alegoriyle anlatmaya çalışacağız... Şimdi mağaranın içinde tutsak,mağaraya zincirlenmiş, dış dünyadan habersiz ve nerde olduğunu göremeyen bir insan topluluğu hayal edelim. Aynı zamanda içerde doğal ışık yoktur,duvarları rutubetli ve oldukça karanlıktır. Bu insanların görebildikleri şey sadece mağaranın duvarları ve dışarıdan yansıyan gölgelerdir. Mağaranın içindeki insanlar, dış dünyadan yansıyan gölgelerin( hayvan, insan,bitki vb.) oldukça büyüleyici olduğunu düşünürler ve doğal olarak bundan   etkilenirler. Gölgelere kendilerini o kadar kaptırırlar ki gerçek olduklarını düşünmeye başlarlar. Eğer bun