Ana içeriğe atla

Felsefe (2) – Gerçeğin Gizgin Araştırıcısı Buddha ve Öğretisi


Gerçeğin Gizgin Araştırıcısı Buddha ve Öğretisi


‘’Gördüğün her şey, hayvanlar, insanlar, birlikte yaşadığın insanlar, hepsi aynı şeydir. Sen de o ‘’aynı’’nın içindesin. Yani Tanrı’nın soluğundan bir nefes, hepsi bu. ‘’

Bu bütünlüğü tam olarak kavrayabilmek için Hintli rahipler çok ilginç bir yöntem geliştirdiler. Sık ağaçlarla dolu bir orman içine çekildiler ve orada sadece düşündüler: saatlerce, günlerce, haftalarca, yıllarca. Yere bağdaş kurarak ama vücutları dimdik oturdular, sessizce hep toprağa baktılar. Mümkün olduğunca az nefes aldılar ve az yediler. Evet, bunlardan bazıları kendilerine bu yolla özellikle eziyet ettiler. Böylece olgunlaşacaklar ve bunun için gerekli bedel olan acı çekmeyi de göze alacaklardı. Tanrı’nın nefesini de böylece içlerinde hissedeceklerdi. Bu kutsal adamlar, acı çekenler ve gezip dolaşanlar Hindistan’da 3000 yıl önce bir hayli fazlaydı ve bugün bile bu tür insanları görmek mümkündür. Ama bunların içinde biri vardı ki, diğerlerinden çok farklıydı. Bu bir kral oğlu olan Gautama idi. Bundan 2500 yıl önce yaşamıştı.

İleride ruhları aydınlatan ve Buddha adıyla anılacak bu Gautama anlatılanlara göre Doğu’nun bütün zenginlikleri ve görkemi içinde büyümüştü. Üç sarayı vardı : Biri yaz, biri kış, sonuncusu da yağmur mevsimi için. Sonuncusunun içinde hep çok güzel müzikler çalardı ve Gautama burdan hiç ayrılmazdı. Bu gencin babası onu hep en yüksek yerlerde görmek, onu acı ve elemden uzak tutmak istiyordu. Bu nedenle çevresine zavallı, acı çeken insanları pek yaklaştırmazdı. Ama günün birinde Gautama, dolaşmak için saraydan çıkmıştır. Karşısında yaşlı, beli bükülmüş bir insan görmüştür. Başka bir kez çıktığında hasta bir adamla karşılaşmıştır. O zamana kadar hasta birisini görmemiştir hayatında ve kendisine hastalıklar hakkında hiç söz edilmemiştir. Üçüncü kez dışarıya çıktığında bir ölü görmüştür. Ardından bir derviş ile karşılaşmıştır ve bunun üzerine saraya dönmekten vazgeçmiştir. Tenha, sessiz bir yere çekilip bu dünyanın acıları üstüne düşünmek istemişti. Yaşlıyı, hastayı ve ölüyü görünce bunların niteliği üzerinde hiç rahatsız edilmeden derin bir iç denetime dalmak isteği doğmuştu yüreğinde.

İleride rahiplerinden birine şunları anlatacaktı: ‘’Gençliğimin en güzel, erkekliğimin en tatlı çağında, pırıl pırıl, siyah saçlı, şanslı, sağlıklı ve zengin bir insan iken anne babamın tüm itirazlarına rağmen onları ağlarken bıraktım; sade ve ucuz bir giysi içinde, saçlarımı ve bıyıklarımı kazıtarak, evimi terkedip yalnızlığın içine yürüdüm. ‘’
Buddha, oldukça gizemli bir kişiliğe sahip olmasına rağmen kendine görev olarak belirlediği şey çok açıktı : İnsan hayatının gerçeğini bulmak...

Dönemin kaynaklarına ve arkeologlara göre Buddha’nın yaşadığı dönemde Hindistan’da şehirler büyümekteydi ve kozmopolitan bir yapıya dönüşmekteydi. Bu durum şüphesiz ki Buddha’yı etkilemişti. Buddha, düşüncesinin oluşmasını sağlayan ilk dönemlerde bazı sorularla ilgilendi: Arzularımızı kontrol edebiliyor muyuz? Ölünce bize ne olacak ? Bu dönemde Buddha sorularına cevap bulmak için ‘’Samsara’’ görüşüne katıldı. Samsara görüşüne göre ‘’yeniden doğum’’ vardır, bu fikir zamanın döngüsüyle birlikte doğumu izleyen yeniden doğum fikridir. Bu aynı zamanda yaşamdan yaşama geçiş döngüsüdür. Varoluş bir lütuf olarak görülmez. En büyük arayış yeniden doğum ve yeniden ölüm döngüsünden çıkmaktır.

Buddha o dönemde yalnız değildi. Kendisi gibi yaşayan birçok gezgin ve bir köşede, ormanlarda yaşayan keşişler vardı. Buddha, kendisi gibi hayatın gerçeğini arayanları aramıştır. Bazı gruplar tüm insani aktivitelerin, ruhta olumsuz bir toz bıraktığını düşünüyorlardı. Bunlar hayatımızı ağırlaştırıyor ve gelecekteki tekrar doğumlara engel oluyordu. Kimileri bunun önüne geçmek için oruç tuttu, kimileri aylarca kıpırdamadan durdu, kimileri öğle güneşine dayandı... Hepsi önceki davranışlarının sonuçlarından arınmak için bir çaba harcadı. Kalıcı ruhun, evren boyutuna ulaşarak sonunda Samsara’dan kurtulmasının sağlanması için aşırı önlemler aldılar.



Buddha, her türden kendinden arınma yöntemlerini deneyerek 6 yıl geçirmiştir. Çıplak dolaşmış ve günde sadece bir tabak pirinç yiyerek yaşamıştır. Bu dönemde Buddha  neredeyse ölecek kadar zayıflamıştır, hatta omurgasını karnında hissettiği söylenir. Daha sonra Buddha bu yöntemle ilerleme sağlayamadığını farketmiştir. Acı zihnini ele geçirmiştir ve Buddha bu düşünceden vazgeçip yeni bir yaklaşım bulmuştur. Birden bire, yıllar boyu ne aradığını anlamıştır. Gördüğü sanki içine giren, onu aydınlatan bir ışıktı. Artık o ‘’aydınlık veren Buddha’’ dır.



Buddha incir ağacının altında 6 sene ne düşünmüştü?  Acılardan kurtulmak için aydınlanma Buddha’nın asıl hedefiydi. Peki, acılarımızdan nasıl kurtuluruz ? Bu acılarımız aslından bizim isteklerimizden doğuyordu. Yani şöyle : Çok istediğin güzel bir kitap veya oyuncağa ulaşamadığından dolayı üzülürsün. O zaman yapacağın iki şey vardır : Ya o kitaba veya oyuncağa sahip olursun ya da onları istemekten vazgeçersin. İkisinden birini yaparsan eğer üzüntün geçer. Buddha’nın düşündükleri de aşağı yukarı bu şekildedir. Eğer iştahını kabartan şans, rahatlık, ün, sevgi gibi şeylere sahip olmaktan vazgeçersen, o zaman artık üzüntü çekmezsin. Az isteyen az üzülür. Hiç istemeyen hiç üzülmez. Tutkunu küçültürsen acın da küçülür. Buddha, insanların isteklerini engelleyebileceklerini düşünmüştür. Ona göre bu dünyada ulaşılabilecek en büyük olgunluk şuydu : Hiçbir şey istememek. Böyle bir durumda insanın içi ‘’sakin, sessiz bir deniz’’ gibidir; bu dünyada hiçbir şeye istek duymayan, bir tutkusu olmayan insan en büyük aydınlanmaya erişmiştir, diyordu. İnsan bütün diğer insanlara karşı iyi olmalı ve kimseden bir şey istememelidir. Kim isteklerinin efendisi olursa, yeniden dünyaya gelmeyecekti; yani Samsara’dan kurtulacaktı.


Buddha, meditasyonla kendi zihninin iç işleyişini sorgulamıştır, keşfettiği şeyler ise insanların ruh kalıcılığıyla çelişiyordu. Dış dünyanın sürekli bir değişimin içinde olduğunu ve insanların da bu değişimin içinde olduğunu farketmiştir. Ona göre kalıcı özü bulma çabaları boşunaydı. Çünkü kalıcı ya da bağımsız öz diye bir şey yoktu.

Özgürlüğü bulmanın yolunun, insanın içindeki öz yanılgıyı yıkmasından geçtiğini düşünüyordu. Onun öğretisi kişinin kendi özünden bağımsız doğasını yeniden keşfetmesinden geçiyordu. Öz yanılgısından kurtulan insan, ona göre bağımsızdı. Basitçe söylemek gerekirse; ‘’Kendini tanırsan dünya da seninle olur. ‘’ Bilimsel psikoloji bu terimi Buddha’dan 2500 yıl sonra keşfetmiştir.

Arzu, cehalet ve yanılgılarını söndüren Buddha 4 yüce gerçek felsefesini paylaşmıştır.

1.) Tüm yaşamlar kaçınılmaz bir şekilde acı çekiyordu. (güvensizlik, hayal kırıklığı)

2.) Arzularımızdan kaynaklı acılarımız vardır.

3.) Acının belirli bir nedeni olduğu için bir sonu da vardır.

4.) Buddha’nın belirlediği 8 aşamadan oluşan yolla bu acılarımızdan kurtulabiliriz.

Buddha’nın 8 aşamalı acıdan arınma yolu :

1.) Gerçek bilgi (Sezgisel ve ayrımsız doğru amaçlar)
2.) Doğru anlayış (Net olarak görebilmek)
3.) Doğru söz (Yararlı sözler ve doğru iletişim)
4.) Doğru davranış (Öldürmemek, çalmamak, etik değerleri gözetmek, saldırgan hareketlerde bulunmamak)
5.) Doğru yaşam biçimi (Sosyal ve ekonomik adaletin etiğiyle birlikte doğru yaşam.)
6.) Gerçek Çaba (Çalışkanlık, enerji ve azimle iyi olanı yapmak, kötüyü terci etmemek)
7.) Gerçek dikkat (Sanrılar oluşturan zihinsel tuzakların farkına varmak, doğru vizyonu unutmamak, şimdiki anda ve burada olmak)
8.) Gerçek uyanıklık (Doğru konsantrasyon ve meditasyonla zihni parlak ve açık tutmak, huzur duymak, hareketi sınırlamak)

Buddha bu düşüncesiyle artık çok daha fazla tanınıyordu. Birçok insan kısa bir sürede Buddha’nın yanına katılıyordu ve hızla aşama kaydediyorlardı. Bilgeleşiyorlar, belirli ahlak düzeylerine ulaşıyorlar ve meditasyon sayesinde zihinsel disipline ulaşıyorlardı. Kendileri için ‘’Nirvana’’yı deneyimliyorlardı.

Buddha ‘’karma’’ anlayışını yeniden düzenlemiştir. Bu ritüel ölümle yaşam çizgisinde olanlara yönelikti. İyilik yapmaya doğru kayma ve insanın kaderinin değiştirmesi için gereken yetkiyi brahmanlardan alıp kendilerine vermek istemiştir. Kendi aralarına katılmak isteyen kimseyi reddetmemiş, herkesi birey olarak kabul etmiştir. Kast sistemine karşı çıkmıştı, toplumdaki sınıflara hiçbir zaman inanmamıştı. O dönemdeki tüccarlar liyakata dayalıydı ve tüccarların çoğu da Budizme yöneliyordu. Böylece Buddha öğretisi daha kolay yayılmaya başlamıştı.

Artık insanlar kendi sorunlarını dışarıya aktarmıyordu. Kendi hatalarını yaratana atmıyorlardı. Her şeyin cevabının içimizde olduğunun farkına varmışlardı Buddha ile birlikte.Bu dönemde ‘’Sanga’’ denilen gruplar oluşmuştur ve Budizmin yayılmasından oldukça etkili olmuştur. Buddha ile konuşmaya giden insanlar onun müriti olmak istiyor ve karizmasından oldukça etkileniyorlardı.

Buddha ile birlikte keşişlerin sayısı artış göstermiştir. Keşişlerin gezerken kaldıkları manastırlarda da güçlü bir ağ oluşmuştur. Sayıları artan bu keşişler büyük önem kazanmıştır. Bununla beraber Buddha 227 tane yeni kural koymuş  ve yeni bir disiplin oluşturmuştur. Buddha pragmatist bir kişiliğe sahip olduğundan bu kuralları doğaçlama koyduğu düşünülür.

Ayrıca Buddha o dönemde kadınların da birey olarak kabul edilip ‘’Sagna’’ya katılabileceklerini söylemiştir. Bundan 2500 yıl önce bunu yapmak oldukça önemlidir. Keşişlerin yaşamına bakacak olursak, onlar her gün yiyecek ve içecek toplamışlardır. Topluma bağlı olmaları gerekiyordu ve onlar da insanlara şefkat ve bilgelik sağlamak için yaşamışlardı.

Buddha hayatının yarısından fazlasını insanların acılarını dindirmeye adamıştır. Bir gün her  insan gibi Buddha da hayata gözlerini yummuştur. Ölmeden önce ‘’ Çürüme her şeyin doğasında vardır, dikkatli olun, başaracaksınız. ‘’ demiştir.

Liderlerinin ölümü şüphesiz ki Sangaları derinden etkilemiştir. Buddha’nın mesajları Sangalar tarafından yaşatılmıştır: Budizm... Bunlar daha çok Hindistan’ın doğusundaki ülkelerde, bugün adı Sri Lanka olan Seylan adasında, Tibet’te, Çin’de ve Japonya’da yaşamaktadırlar. Ama bugün baktığımızda Budistler’in çok azı ‘’durgun denizi’’ andıran iç rahatlığına kavuşabilmek için Buddha’nın öğretisine göre yaşamaktadır.

Buddha için önemli olan tanrının olup olmadığı değildi. Önemli olan soru, ‘’Ben nasıl daha iyi yaşamımı sürdürürüm ?’’ sorusuydu. Şefkat, empati ve kendini tanımak onun gösterdiği yollardı. Buddha’nın ölmeden önceki son sözü ise şu olmuştur : ‘’Dünyadaki tüm bileşenler değiştirilebilirler. Sonsuza kadar aynı kalmazlar. Kendi kurtuluşunuzu kazanmak için çok çalışın! ‘’









Kaynakça:
Dünya Tarihi- Ernst Gombrich- 2004
Antik Dünya’nın Dehası Belgeseli - Bettany Hughes





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Felsefe(6) - İnsan doğası gereği iyi midir, kötü müdür?

İnsan doğası gereği iyi midir, kötü müdür? İnsanın düşünce gücü bu soruya ulaştığında, insanlık için henüz çok erken sayılabilecek bir zamandı. İnsanlık, bundan yüzyıllar öncesinde insan doğası üzerine düşünmeye başlamış ve insan zihninde bazı sorular belirmişti: İnsan doğası kavramı gerçekten var mıydı? Varsa eğer neydi bu insan doğası? İyi dediğimiz neydi; kötü dediğimiz neydi? Bunları kim belirlemişti ya da nasıl belirlemişti? Tüm bu sorulara verilen cevaplar; biz insan doğası üzerine düşünmeye başladığımızdan itibaren sürekli olarak değişti ve bununla beraber düşüncelerimiz de zamanla uyum içerisine girdi. Tarihsel süreç içinde filozoflar, bilim insanları ve psikanalistler başta olmak üzere birçok düşünür bu konu hakkında temel olmuş bazı fikirler ortaya attılar. Unutmayalım ki; bu soru, iyi ve kötü kavramlarına bağlanacağı ve ahlak kurallarımız da zamanla değişmek zorunda olduğu için, ahlak felsefesi ve insan doğası hakkında, ahlak felsefesi temelinden başlayıp günümüze kadar

Felsefe (7) - Sokrates ve Etik Felsefesi

Sokrates ve Etik Felsefesi Sokrates insanları 'ruhlarına özen göstermeye' çağırırken, onların ruhlarına gerekli özeni göstermediklerini düşünmüş ve bu yolda gerekli olan özbilinçten yoksun olduklarını söylemiştir. Bu sözleri, yüksek oranla Atinalı çevresinin etkisiyle ortaya çıkmıştı. Sokrates için söz konusu olan önemli ve değerli şeyler, Atinalıların peşinden koştukları şeylerle aynı değildir. Onun etiği; Atinalıları mevcut yaşamlarından ve değerlerinden uzaklaştırmaya, gerçek ve yeni değerler oluşturmaya yönelik -sonunda kendi hayatına mal olacak kadar büyük- bir teşebbüstür. Onun gözünde insan, bir beden ve bir ruhtan meydana gelen, bir maddi bir de manevi boyutu bulunan, bileşik bir varlık olup, bunlardan insanın varlığına karşılık gelen, onu her ne ise o yapan etken ise ruhtur. Ölümsüz olan ruh karşısında, beden sadece bir araçtır. İnsanı ortaya getiren bu iki ayrı bileşen, Sokrates'e göre, iki ayrı değer türünün ortaya çıkışına sebep olur. Gerçekten var

Felsefe (1) - Platon ve Mağara Alegorisi

Şüphesiz ki Platon günümüze kadar gelmiş geçmiş en önemli filozoflardandır. Toplum ve devlet düzenini eleştirdiği ‘’Devlet ‘’ adlı kitabının 7. Bölümünde Mağara benzetmesiyle toplumu eleştirmiştir.Tabii bu benzetmesi günümüzde de hala geçerlidir ve birçok alanda toplumu aydınlatmaya ve yol göstermeye devam etmektedir. Biz de ‘’topluma eğitimin etkisini ve doğamızın eksikliğini’’ bu alegoriyle anlatmaya çalışacağız... Şimdi mağaranın içinde tutsak,mağaraya zincirlenmiş, dış dünyadan habersiz ve nerde olduğunu göremeyen bir insan topluluğu hayal edelim. Aynı zamanda içerde doğal ışık yoktur,duvarları rutubetli ve oldukça karanlıktır. Bu insanların görebildikleri şey sadece mağaranın duvarları ve dışarıdan yansıyan gölgelerdir. Mağaranın içindeki insanlar, dış dünyadan yansıyan gölgelerin( hayvan, insan,bitki vb.) oldukça büyüleyici olduğunu düşünürler ve doğal olarak bundan   etkilenirler. Gölgelere kendilerini o kadar kaptırırlar ki gerçek olduklarını düşünmeye başlarlar. Eğer bun