Türk Edebiyatının Ölümsüz İsmi
: Sabahattin Ali
Sabahattin Ali 25 Nisan 1907 tarihinde
bugün Bulgaristan’a bağlı Eğridere (bugünkü adı Ardino) şehrinde hayata
gözlerini açmıştır. 1907 yılı, dünyanın bir nevi değişim yılıdır. Siyasi
olaylar, Osmanlı- Balkanlar ilişkisi, ihtilal hazırlıklar içindeki bir ordu..
Böyle bir ortamda dünyaya gelmişti Sabahattin Ali. Babası Selahattin Bey bu
dönemde ‘’Piyade Yüzbaşı’’ olarak görev yapıyordu.
‘’İstanbul’un asil ve eski
bir ailesinin çocuğu idi babam... Çok iyi büyütülmüş, terbiye edilmişti... Askerliği
o zaman en şerefli meslek zanneden ailesi kendisini Harbiye’ye vermiş, oradan
zabit çıkmıştı...Tam 30 yaşında ve yüzbaşı rütbesindeyken Edirne’nin Eğridere
bölgesinde bulunuyordu. Ve burda alaydan yetişme bir teğmen olan birinin kızını
gördü...’’
Bu
kişi annesi Hüsniye Hanım’dı. Anne ve babasının evliliğini bu cümlelerle
anlatıyordu. Ondan dört yıl sonra kardeşi Fikret doğdu. Babası Selahattin Bey
Sıkıyönetim Mahkemesi Başkanı olarak Çanakkale’ye terfi etmiş ve kısa süre
sonra Çanakkale Savaşı başlamıştır. 14 yaşında evlenen annesi Hüsniye Hanım ‘’bomba’’ korkusundan bunalmış, iki kez intiharı denemiş
ama başaramamıştı. Sabahattin Ali ise annesinin bu intihar denemelerine bizzat
şahitlik etmişti...
Kriz,
çığlıklar, panik... Sabahattin Ali artık Çanakkale’de kalamazdı. Şüphesiz ki Çanakkale
onda derin izler bırakmıştı. Babasının yanından Çivrili’deki dedesinin yanına
taşınacaktı.
‘’Cephede her gün yüzlerce
subayın öldüğü yüzlerce subay ailesinin perişan kaldığı o günlerde silah
arkadaşları arasında, birbirlerinin ailelerini korumak hususunda yazılmamış
hatta konuşulmamış bir mukavele var gibiydi...’’
Savaş
sonrası Selahattin Bey askerlikten istifa edip İzmir’e yerleşti. Burda işe
girdi, çalıştı...Fakat bu sefer de Yunan işgaliyle karşı karşıya geldi. Burdan
da Edremit’e taşındı... Sabahattin Ali ilkokula anneanesinin yanında başladı.
Hayali İstanbul Galatasaray Lisesiydi. Okulunu bitirdi ve gitti.21 gün Sakarya
Muharebesi zaferi vardı...
‘’İstanbul’da bir mektebe
giremedim... Bunun için senem boş geçmesin diye mecburen Balıkesir’e giderek öğretmen okuluna girdim...’’
Okuma
yazmaya bağlı içine kapalı bir çocuktu. İlk öyküsü Horoz Mehmet’i ve ilk şiirini bu dönemde yazmıştır. Tasvir gücü ve
imge gücü çok yüksekti. 5. sınıfa başladığında annesinin durumu tekrar
kötüleşmişti, sürekli krizlere giriyordu. Eşini İstanbul’daki Fransız
hastanesine yatıran Selahattin Bey taburcu haberini aldıktan 1 hafta sonra
hayatını kaybetti. Sabahattin Ali babasının ölümünden annesini sorumlu
tutuyordu. Hatta kimilerine göre Kuyucaklı Yusuf’taki Sahine Hanım karakterinde
annesine olan kızgınlığını görebiliyorduk. Ama olanca öfkesine rağmen annesinin
üzerinden elini hiç çekmemiş, hapisteyken bile arkadaşları aracılığıyla
annesine yardım etmeye çalışmıştır.
Yazarlık dönemleri
Çağlayan Mecmuası ve Servet-i Fünun’da yayınlanan şiirleriyle kendini tanıtmayı
başarmıştır. 1927’de İstanbul Erkek Okuluna kaydını yaptırıp burda son sınıfı
okumuştur. Daha sonra Yozgat Cumhuriyet okuluna atanmıştır. Sürekli gözü İstanbul’daydı.
Tesadüfen girdiği Avrupa Burs imtihanında başarılı olmuş ve Almanya’ya gitmeyi
başarmıştır.
Sabahattin
Ali burda kendini farklı bir dünyanın içine bırakmıştır. Tüm hayatı kitap
olmuştu adeta, Alman-Rus edebiyatı okuyor ve kendinden geçiyordu. Karl Marx, Engels,
Lenin okuyor; sosyalist dünyanın önemli yazarlarıyla tanışıyordu. 1,5 yıl
Almanya’da kaldığı süre boyunca adeta dış dünyaya gözlerini açıyordu. Edebiyata
kitap okuyarak başlamıştı. Yazmaya da okuyarak başlamıştı. Çok okuyor, elinden
geldiğince de yazmaya çalışıyordu.
Türkiye’ye
döndüğünde Aydın’da Almanca öğretmeni olarak atanır ve işe başlar. Bu okulda
öğrencilere yıkıcı propaganda yaptığı gerekçesiyle tutuklanır. Bu ilk hapishaneyle
tanışmasıydı... 3 ay hapishanede kaldıktan sonra Konya’ya tayinini alır ve
oraya taşınır.
Kuyucaklı
Yusuf’u yazmaya bu dönemde başlamıştır. Konya’da Yeni Dünya gazetesinde
yazıları yayınlamaya başlamıştır. Rivayete göre burdan telif ödenmediği için
ayrılmıştır. Ardından gazetenin yayın yönetmeni Cemal Kutay ‘’Atatürk karşıtı şiir okumak’’
gerekçesiyle Sabahattin Ali’yi şikayet etmiştir. Bu asılsız ihbar sonucu
gözaltına alınıp tutuklanmıştır. 1933’te Konya’dan Sinop Cezaevine nakledilmiş ve burda en
önemli şiirlerinden olan ‘’Mahpushane’’
adlı şiirini yazmıştır. Bugün herkesin bildiği adıyla ‘’Aldırma Gönül’’.
Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül, aldırma
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül, aldırma
Dışarda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar
Aldırma gönül, aldırma
Gelip duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar
Aldırma gönül, aldırma
Görmesen bile denizi
Yukarıya çevir gözü
Deniz dibidir gökyüzü
Aldırma gönül, aldırma
Yukarıya çevir gözü
Deniz dibidir gökyüzü
Aldırma gönül, aldırma
Dertlerin kalkınca şaha
Bir sitem yolla Allah'a
Görecek günler var daha
Aldırma gönül, aldırma
Bir sitem yolla Allah'a
Görecek günler var daha
Aldırma gönül, aldırma
Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter
Ceza yata yata biter
Aldırma gönül, aldırma
Yollar gide gide biter
Ceza yata yata biter
Aldırma gönül, aldırma
Cezasının
bitmesine 4 ay kala cumhuriyetin 10. yılı münasebetiyle çıkarılan af kanunuyla
hürriyetine kavuşmuştur. Ama artık memuriyet hakkı yoktu. Ankara’ya gitmiş,
yeğenlerinin rencide edici tavırlarına katlanmak pahasına geniş maddi imkanlara
sahip dayısına sığınmıştır.
Bu
dönemde Sabahattin Ali Millî Eğitim Bakanlığı'na başvurarak yeniden göreve
alınmasını istemiştir. Dönemin bakanı Hikmet Bayur'un "eski düşüncelerinden vazgeçtiğini
ispat etmesini" istemesi üzerine
Varlık dergisinde "Benim Aşkım" adlı şiirini yayımlayarak
(15 Ocak 1934) Atatürk'e bağlılığını göstermeye çalışmıştır. Aynı
yıl Bakanlık Neşriyat Müdürlüğü'ne alınmış, Ankara II. Ortaokul'da öğretmenlik
yapmıştır.Şiirlerini topladığı Değirmen, Dağlar ve Rüzgar’ı yayınlamış ve kitap
hükümetin resmi yayın organı olan Hürriyet-i
Milliye’nin dönemin ünlü yazarı Yaşar
Nabi Nayır’ın dikkatini çekmeyi başarmıştır. Nayır’ın övgülerini alan
Sabahattin Ali’ye olan ilgi bir anda artmıştır.
Hayatının aşkı Aliye
İstanbul’a
amcasını ziyarete gittiğinde tanıdığı komşu kIzı Aliye’ye delicesine aşık
olmuştur. Küçüklüğünden beri hayalini kurduğu İstanbul ona lise hayatını
kazandırmasa da hayatının aşkını, ilham kaynağı Aliye’yi kazandırmıştı. Bir
süre sonra Aliye ile evlenmiş ve hayatı düzene girmiş gibiydi.Bu evlilikten
kızı Filiz Ali dünyaya gelmiştir.
‘’Altın gibi sarı saçlı
fevkalade güzel beyaz tenli gözlerinin altında yazın beliren seyrek çilli ve
uzunca bir kızcağız... Yaşı yirmi... Adı Aliye...’’
Sabahattin
Ali İçimizdeki Şeytan’ı bu dönemde
yazmıştır. Edebi açıdan bakıldığında eser pek başarılı sayılmamıştır. Kötülerin
çok kötü ve sadece kötü olduğu iyilerin toz kondurulmayacak kadar iyi olduğu
sıradan bir hikayeydi işlediği... Ama iç seslerden yansıyan eleştirel bakış
Sabahattin Ali’nin hayat çizgisini değiştirmiştir. Kendilerini toplumun
kurtarıcısı olarak sunan memleketin aydınlık geleceklerini inşa ettiklerini
zanneden aydınların kokuşmuşluğu ve söyledikleri onca afra tafraya rağmen
gerçekte beş para etmediklerini anlatıyordu. Bu duruma bazı kesimlerden
tepkiyse gecikmedi. Nihal Atsız’la girdiği amansız tartışma romanda da kendini
gösteriyordu. Nihat karakteri Nihal
atsız için yazılmıştı... Nihal atsız hakkında hakaretlerle dolu bir yazı
yayınlamış ve davalık olmuşlardır, davayı kazansa da memuriyet hakkı yine
elinden gitmiştir...
Hakikat gazetesinde 18 Aralık 1940 -
8 Şubat 1941 tarihinde “Büyük Hikâye”
başlığı altında 48 bölüm olarak yayınlanan ‘’Kürk Mantolu Madonna’’ adlı
kitabını 1943 yılında yayımlanmıştır. Bugün Sabahattin Ali’nin en fazla bilinen
romanıdır.
"Her gün, daima öğleden
sonra oraya gidiyor, koridorlardaki resimlere bakıyormuş gibi ağır ağır, fakat
büyük bir sabırsızlıkla asıl hedefine varmak isteyen adımlarımı zorla zapt
ederek geziniyor; rastgele gözüme çarpmış gibi önünde durduğum 'Kürk Mantolu
Madonna'yı seyre dalıyor, ta kapılar kapanıncaya kadar orada bekliyordum."
İstanbul’da La Turquie ve
Yeni Dünya gazetelerinde makale yazmaya başlamış ama o dönemde Tan gazetesine
olan saldırıdan diğer gazeteler de payını alınca işsiz kalmıştır. 1946’dan 1947’ye
kadar Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz’la birlikte Marko Paşa yolculuğunu sürdürmüştür. Siyasi mizah yayıncılığının en
dikkat çeken dergilerinden olan Marko Paşa isminde Paşa sözcüğü nedeniyle İsmet
Paşa’ya karşı yazıldığı gerekçesiyle kapatılmıştır. Malum Paşa, Merhum Paşa, Öküz Paşa gibi isimlerle yayın hayatına
devam etmeye çalışsa da kapatılmalara daha uzun süre tutunamamıştır.
Dergideki
yazılarından dolayı 3 ay hapis yatmış, daha sonra bir başka dava sebebiyle de 3
ay daha Paşakapısı cezaevinde yatmıştır. 1948’de hapis cezalarından
kurtulduğunda artık işsiz, bitkin ve yorgundu. Girdiği tartışmalar, sürekli
hapis cezaları ve işsizlik onu çok yormuştu. Gazeteler, dergiler onu binanın
içine dahi almak istemiyordu. Yurtdışına gitmeyi istemiş fakat pasaport talebi reddedilmiştir.
Yasal yoldan yurtdışına çıkmasının imkansız olduğunun farkına varan Sabahattin
Ali, kaçak yollarla yurtdışına çıkmayı göze almıştır. Kendisine Bulgaristan
üzerinden Avrupa’ya geçmeyi teklif eden Ali
Ertekin adında bir kaçakçıyla anlaşmıştır. Kızılcadere’de Ali Ertekin
tarafından 41 yaşında öldürülmüştür. Bu
kişi dört yıl ceza almış fakat olayın üstünden birkaç hafta sonra çıkan afla
beraber serbest kalmıştır. Olay hala tüm belirsizliğini korumaktadır...
41
yıllık hayatına 3 roman, 10 öykü, 2 şiir,
10 bestelenen şiiri, 7 çeviri sığdırmayı başarmıştır Sabahattin Ali.
Sürekli sıkıntılarla geçen hayatı onun bugün dahi Türk edebiyatında en çok
bilinen yazar olmasının önüne geçememiştir. Günümüzde popüler kültürün birtakım
‘yağması’na uğramış olsa da Sabahattin Ali Türk Edebiyatına bıraktıklarıyla
adını hafızalarımıza etkili bir şekilde kazımayı başarmıştır.
Kaynakça: Sabahattin Ali Belgeseli, TRT
Kürk Mantolu Madonna, S.Ali
Mahpushane, S.Ali
Merhabalar,
YanıtlaSilGözlem yeteneğine ve duygu yüklü kalemine hayran olduğum, edebiyatımızın önemli yazarlarından Sabahattin Ali’nin 1937 tarihli son öykü kitabı olan ‘’Ses’ten’’ yüreğime dokunan 9 muhteşem alıntıyı okumanız için sizinle de paylaşmak istedim: http://www.ebrubektasoglu.com/yazi/sabahattin-alinin-son-oyku-kitabi-sesten-yuregime-dokunan-9-alinti/
Beni en çok düşündüren, hayatımızda verdiğimiz kararların ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anladığım alıntı şuydu:
‘’Biliyor musunuz. Bir dakika, hatta bir saniyede verilen veya verilmeyen bir karar, bir tereddüt anı, insanın hayatı üzerinde ne uçsuz bucaksız neticeler doğurabiliyor.’’
Güzel okumalar dilerim,
edebiyatla ve sağlıcakla kalın.