Ana içeriğe atla

Felsefe (3) - Stoa Felsefesi ve Stoacı Hayat Anlayışı


Stoa Felsefesi ve Stoacı Hayat Anlayışı




Stoacılık, M.Ö. 3. Yüzyıl'da Kıbrıslı Zenon tarafından kurulmuş bir felsefe okuludur. Bu okul zaman içinde bazı değişiklikler geçirerek Roma düşüncesine hakim olmuş, onun resmi felsefesi haline gelmiştir. Stoa felsefesinde, geçmişte yaşamış Sokrates, Kinikler ve hatta Diyojen'den izler bulmak mümkündür. Stoa felsefesi, şüphesiz ki bu isimlerden etkilenmiştir. Stoacılık, Kinikliğin devamı niteliğinde olmasına rağmen önemli bir noktada onlardan ayrılır. Kinikler dünyanın reddedilmesini, terk edilmesini isterler. Stoacılara göre ise bu gerekli değildir. Kendilerine kayıtsız kalmayı bildikten sonra maddi başarıların veya hazların bir zararı yoktur. Aynı şekilde toplumsal hayat, hükümet, evlilik gibi Kiniklerin reddettikleri şeyleri veya kurumları da, Stoacılar kategorik olarak reddetmezler; yeter ki bu şeylere bağlı kalınıp özgürlük reddedilmesin. 

''Elimde olanda iradeci, elimde olmayana kaderci, ikisini birbirinden ayırt edebilmem için akıllı olabilmeliyim.''
 
Stoacılık Anlayışı

Stoa felsefesinin, bütün ahlak kuramını tek bir cümle veya tavsiye ile özetlemek mümkündür: Dış şeylerden etkilenmemeyi, onlara karşı kayıtsız kalmayı öğren!

Stoacılık okulunda tek bir amaç vardır: Mutluluk. Mutluluğun formülü, iç dünyasındaki dalgalanmalardan uzak durabilmektir. Pathos'lardan kurtulup Apathia'ya ulaşmak temel hedefleridir.  Pathos, toplumun ihtiyaçlarına duyarlılık göstermek ve duygularına hitap ederek ikna yolunu seçmek demektir. Empati yoluyla sempati yaratmak, kendi hissettiğimiz duyguları onlara da hissettirmek amacıyla pathos kullanılır. Belki de bizim için şu an doğru olarak gözüküp aslında yanlış olan şeyler Stoacılar için pathos'tur. Tutku, bencillik, hırs, üzüntü birer pathos'tur. Burda belki de en dikkat çeken pathos üzüntüdür. Değiştiremeyeceğimiz konular hakkında bu sebepten mutsuz olmak ne kadar doğru ? Stoacılara göre, bu tamamen yanlış ve kurtulunması gereken bir pathos'tur...

Stoacılar belli yaşa geldiklerinde yaşlandıklarını hissedip güle oynaya intihar ederler. Çünkü yaşlı hissetme durumu bir pathos'tur ve kurtulmaları gerekir. Hayatı doğaya uygun olarak yaşamak da bir diğer argümanlarıdır. Doğal yaşam anlayışı onların hayatının her alanına hakim olmuştur. Toplum içinde rezil hareketler yapıp gururunu yerler altına alamayanı içlerine almazlar. Buna örnek olarak sokakta çıplak dolaşabilmek verilebilir, her ne kadar bize şu an oldukça tuhaf gelse de. Ayrıca Stoa okulu kozmopolit bir yapıdadır. Farklı uluslardan insanları kapsar ve asla dışlayıcı bir yapıda olmamıştır. Stoacılar, başkalarının yaşamlarına oldukça saygılıdırlar fakat bu davranışı ahlak için değil mantıklı olduğu için yaparlar. Stoacılar hiçbir zaman Stoacılığın topluma yayılacağını düşünmemişlerdir. Fakat toplum her kesimine de açıktır. Kral da köle de Stoacı olabilirdi. Kişilerin o dönemde toplumdaki yeri Stoa okuluna katılmak için bir önem arz etmiyordu.  

Stoa okulundaki insanların en önemli özelliği gözlem yeteneklerinin üst düzeyde olmasıdır. Sürekli olarak gözlem yeteneklerini geliştirecek etkinlikler yapmışlar ve böylece gözlem yeteneklerini geliştirmişlerdir. Klasik hırstan arınmış, ve aynı zamanda bu durumun oluşturacağı mütevazilik ve alçakgönüllükten de arınmış kişilerdir. Çünkü bunlar da birer pathos'tur. Stoacılara göre pathos'un iyisi veya kötüsü yoktur, her ikisinden de uzak durmuşlardır. Stoacılar genel olarak mantıksallardır. Mantığa dair dönemin tüm kitaplarını okudukları söylenir. Stoacılar, Doğu'daki mistik kültürden de oldukça etkilenmiştir. Milletlere, sınırlara paraya inanmamışlar, bunları saçma bulmuşlardır.

Stoa Felsefesi ve Kadercilik

Stoacılar, kadercidirler. Bu dünyada meydana gelen her şeyin karşı konulmaz bir biçimde önceden tayin edilmiş olduğuna inanırlar. Ancak öte yandan iyimserdirler; çünkü bu karşı konulmaz kader, Tanrı tarafından belirlenmektedir. Öte yandan, Stoacılar Tanrı'nın evrenin dışında, ona aşkın bir varlık olduğunu düşünmezler. Çünkü Stoacılar panteisttirler ve Tanrıyı evren ve doğayla bir tutarlar. Tanrı,onlara göre,evrenin iç mantığı, yasası ve canlı gücüdür. O, evrende iş gören canlı ve akıllı güçlerin toplamıdır. Daha basit olarak logostur(akıl), akılsaldır ve iyidir. Dolayısıyla bu dünyada meydana gelen her şey akla uygundur, akılsaldır ve iyidir. Bu durumda bir Stoacı için ahlaklılık veya erdem ne olabilir ? Dışımızda, evrende olup biten şeylerin, tanrısal aklın ve iradenin ürünü olan şeyler olduğunu kabul etmek ve onlara bilinçli, istekli olarak, bilgece rıza göstermek, katlanmak...

Ancak ilginç olan şudur ki Stoacılar bir yandan kaderi kabul etmekle birlikte, öte yandan insanın özgür olduğunu savunurlar. Fakat bu özgürlük, bizim dışımızda olup bitenlere müdahele etmek, onları değiştirmek yönünde bir güce sahip olmamız anlamında bir özgürlük değildir. Çünkü bu ne mümkün ne de arzu edilebilir bir şeydir. Bu dünyada olup bitenler tanrısal iradenin belirlemesi sonucu olarak zorunlu bir biçimde meydana gelmektedir. Özgürlüğümüz, tersine, olayların yapısını ve işleyişini bilmek ve böylece onlara katlanmak özgürlüğüdür. Evet, olayları değiştiremeyiz ama onlara karşı tutumumuzu değiştirebiliriz. Olaylara hakim olamayız ama olaylara karşı kendi tutumumuza, kendimize hakim olabiliriz. O halde, özgürlük dışarıya, dünyaya doğru değil; içeriye, ruha doğru gelişir. İnsanlar veya kader bizi köle yapabilir;hapse atılabiliriz veya işkence görebiliriz. Bunları önleyemeyiz ama bunlara kayıtsız kalmamayı, şikayet etmemeyi, ağlamamayı öğrenebiliriz. 

Stoa Felsefesi ve Epiktetos

Yunanistan dağıldıktan sonra Roma'da Yunan kültürü gelişmeye başlıyor. Bu dönemde Stoa felsefesinden oldukça fazla etkilenildiğinden daha önce bahsetmiştik. Epiktetos, burda Stoa düşüncesiyle tanışır. Stoik egzersizler yapar ve kendini geliştirir. Epiktetos bir ayağı topaldır ve daha sonrasında özgür kalsa da fakir halde kulübede yaşayan birisi olduğu bilinir.

Epiktetos bazı 'pathos'ları geri alır. Erken dönemde pathoslar hiçbir şekilde kabul edilip alınmıyordu. Epiktetosçu Stoa'da başımıza geleni istiyoruz. Çünkü her pozisyonun ayrı bir zevki vardır. Köle olmanın da ayrı zevkleri vardır, kral olmanın da çok farklı zevkleri vardır. Epiktetos'ta, başına gelen her durumdan, bunlara oldukça kötü durumlar da dahil, mutluluk etkilenmez. O anın tadı çıkartılır ve o duruma uyulur. Yani kolu kırılsa dahi mutluluğunu bozmaz, o andan zevk almaya bakar Epiktetos... 

Bu denklemde, istediğimiz gelsin diye değil geleni istediğimiz için mutsuz olmamız da oldukça zordur. Çünkü isteklerimiz yok olur, yerini gelen her durumu isteyerek kapatırız. Haliyle ''tüh'' ve ''keşke'' gibi kelimeleri de kullanma ihtiyacı hissetmeyiz. 'Keşke' ve 'Tüh' olmadığı durumda da mutluluk bizim için oldukça mümkün hale gelmiş olur. 

Stoa Felsefesine Gelen Eleştiriler

Stoacılığa karşı yapılabilecek ve yapılmış olan çeşitli itirazlar vardır. Bunlardan en önemlisi, onların evrensel belirlenimcilikleri (determinism) ile seçme özgürlüğü görüşleri arasında var olduğu görülen gerilime işaret etmeye dayanan itirazdır: Stoacılar, bir yandan, evrende olup biten her şeyin karşı konulmaz bir zorunlulukla meydana geldiğini kabul etmekte, ancak öte yandan, insanın özgür olduğunu savunmaktadırlar. İnsanın, olup biten şeylere karşı tutumunu veya davranışını evrende olup biten şeylerin dışında tutmanın makul bir anlamı var mıdır ? İnsan ve karakteri de bu dünyaya ait değil midir ? Eğer insan karakter veya tutumunu değiştirmede özgürse, bu her şeyin zorunlu bir biçimde belirlenmiş olduğu görüşüne aykırı düşmez mi ? 

Görüldüğü gibi bu problem, özgürlük problemidir. Bilimsel veriler ve bu verilere dayanan bilimsel dünya görüşü, insan iradesi ve insanın seçimi de dahil olmak üzere var olan her şeyin bir nedeni olduğunu ve bu nedenlerin bu irade ve seçimleri belirlemek durumunda olduğunu kabul etmemizi istemekte, ancak öte yandan, ahlak eylemlerinden sorumlu tutulabilmesi için insanın özgür olmasını talep etmektedir. Bu iki durum arasında kesin bir zıtlık olduğuna ve bu problemin felsefenin en ciddi  ahlaki-metafizik problemi olduğunu da belirtmekte fayda var. 




Kaynak:
 Felsefeye Giriş, Ahmet Arslan
 Stoa Felsefesi, Felsefe Dersleri, Levent Safalı









Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Felsefe(6) - İnsan doğası gereği iyi midir, kötü müdür?

İnsan doğası gereği iyi midir, kötü müdür? İnsanın düşünce gücü bu soruya ulaştığında, insanlık için henüz çok erken sayılabilecek bir zamandı. İnsanlık, bundan yüzyıllar öncesinde insan doğası üzerine düşünmeye başlamış ve insan zihninde bazı sorular belirmişti: İnsan doğası kavramı gerçekten var mıydı? Varsa eğer neydi bu insan doğası? İyi dediğimiz neydi; kötü dediğimiz neydi? Bunları kim belirlemişti ya da nasıl belirlemişti? Tüm bu sorulara verilen cevaplar; biz insan doğası üzerine düşünmeye başladığımızdan itibaren sürekli olarak değişti ve bununla beraber düşüncelerimiz de zamanla uyum içerisine girdi. Tarihsel süreç içinde filozoflar, bilim insanları ve psikanalistler başta olmak üzere birçok düşünür bu konu hakkında temel olmuş bazı fikirler ortaya attılar. Unutmayalım ki; bu soru, iyi ve kötü kavramlarına bağlanacağı ve ahlak kurallarımız da zamanla değişmek zorunda olduğu için, ahlak felsefesi ve insan doğası hakkında, ahlak felsefesi temelinden başlayıp günümüze kadar

Felsefe (7) - Sokrates ve Etik Felsefesi

Sokrates ve Etik Felsefesi Sokrates insanları 'ruhlarına özen göstermeye' çağırırken, onların ruhlarına gerekli özeni göstermediklerini düşünmüş ve bu yolda gerekli olan özbilinçten yoksun olduklarını söylemiştir. Bu sözleri, yüksek oranla Atinalı çevresinin etkisiyle ortaya çıkmıştı. Sokrates için söz konusu olan önemli ve değerli şeyler, Atinalıların peşinden koştukları şeylerle aynı değildir. Onun etiği; Atinalıları mevcut yaşamlarından ve değerlerinden uzaklaştırmaya, gerçek ve yeni değerler oluşturmaya yönelik -sonunda kendi hayatına mal olacak kadar büyük- bir teşebbüstür. Onun gözünde insan, bir beden ve bir ruhtan meydana gelen, bir maddi bir de manevi boyutu bulunan, bileşik bir varlık olup, bunlardan insanın varlığına karşılık gelen, onu her ne ise o yapan etken ise ruhtur. Ölümsüz olan ruh karşısında, beden sadece bir araçtır. İnsanı ortaya getiren bu iki ayrı bileşen, Sokrates'e göre, iki ayrı değer türünün ortaya çıkışına sebep olur. Gerçekten var

Felsefe (1) - Platon ve Mağara Alegorisi

Şüphesiz ki Platon günümüze kadar gelmiş geçmiş en önemli filozoflardandır. Toplum ve devlet düzenini eleştirdiği ‘’Devlet ‘’ adlı kitabının 7. Bölümünde Mağara benzetmesiyle toplumu eleştirmiştir.Tabii bu benzetmesi günümüzde de hala geçerlidir ve birçok alanda toplumu aydınlatmaya ve yol göstermeye devam etmektedir. Biz de ‘’topluma eğitimin etkisini ve doğamızın eksikliğini’’ bu alegoriyle anlatmaya çalışacağız... Şimdi mağaranın içinde tutsak,mağaraya zincirlenmiş, dış dünyadan habersiz ve nerde olduğunu göremeyen bir insan topluluğu hayal edelim. Aynı zamanda içerde doğal ışık yoktur,duvarları rutubetli ve oldukça karanlıktır. Bu insanların görebildikleri şey sadece mağaranın duvarları ve dışarıdan yansıyan gölgelerdir. Mağaranın içindeki insanlar, dış dünyadan yansıyan gölgelerin( hayvan, insan,bitki vb.) oldukça büyüleyici olduğunu düşünürler ve doğal olarak bundan   etkilenirler. Gölgelere kendilerini o kadar kaptırırlar ki gerçek olduklarını düşünmeye başlarlar. Eğer bun