Ana içeriğe atla

Serbest Patika (2) - Kadınlara Dayatılan Güzellik Algısı

Kadınlara Dayatılan Güzellik Algısı



Bu yazıda bazı sorularla toplumumuzdaki değişen güzellik algısını sorgulayacağız. Aslında hepimizin bildiği fakat kimsenin de aslında pek bilmek istemediği bir güzellik dayatmasını tartışmak istiyorum. Kusursuz olmanın sanıldığı kadar güzeli yansıtmadığını ve her dönem ciddi şekilde değişen güzellik anlayışımızın sebeplerini inceleyerek, bize dayatılan güzellik algısının pek de doğal koşullarda oluşmadığını izah etmeye çalışacağım.

Çağlar boyu toplumsal güzellik anlayışı ciddi değişiklikler ve evrimler geçirmiştir. Bunda dönemin koşullarının da şüphesiz etkisi vardır. Örneğin avcı-toplayıcı toplumda kadınların daha iri, kilolu olması olağan bir durum olduğundan takdir edersiniz ki; güzellik algısı da bu şekilde oluşmuştur. Rönesans dönemindeki kadın figürüne bakacak olursak günümüz güzellik anlayışıyla ilgili yine ciddi farklar görebiliriz. Örneğin ülkemizde bugün en çok estetiği yapılan organımız burun... Rönesans döneminde 'kemikli burun' istenilen bir burun şekliydi. Geniş alın, ince kaş, minik ağız, uzun boyun ve dolgun vücut Rönesans kadınını 'güzel' yapan fiziksel özelliklerdi. O dönemde kadınların geniş alın için saçlarının ön kısmını kazıttığı, kaşlarını kazıtıp ince kalemle kaş çizdikleri bile söylenir. Fakat gelgelelim ki bugünün güzellik algısı çok farklıdır. 

Yapılan bir araştırmaya göre 10 kadından 7'si mevcut kilosundan memnun değil ve daha az kiloya sahip olduklarında daha da mutlu olacaklarını söylemiştir. Aynı araştırma Rönesans döneminde yapılsaydı eğer bu sefer de kadınlar daha kilolu olmak isteyecek ve yine memnun olmayacaktı diyebilir miyiz? Çünkü burada olağan durumdan çıkmış bir güzellik anlayışı değil, dayatılan yapay bir güzellik algısı vardır. Güzellik algısını oluşmasında ise merkezde mutluluk arayışı vardır. ''Mutlu olmak için güzel olmam gerek'' düşüncesi kadınların daha zayıf, ince ve nazik burunlu ve dolgun dudaklara sahip olmaya itiyor. Çünkü tüm bu özelliklere sahip olduğunda daha mutlu olunacağı düşünülüyor. Doğadaki çoğu canlıya baktığımızda seçen taraf kadındır, seçilen ise erkektir. Fakat insana baktığımızda ise durum değişir. Gerek tarihsel ve fiziksel gelişmişliğin etkisiyle olsun gerek toplumsal süregelen aktif taraf olsun seçen tarafta erkek vardır ve seçilen taraf kadındır. Bu yüzden de kadınlar kendilerini güzel gösterme ihtiyacı duyar, makyaj yapar, kilo verir ve daha çok kişisel bakım yaparlar. Kadınların gün içinde erkeklere oranla daha fazla aynaya bakmaları bile buna bir örnektir. Kadın, her zaman kendisini izler ve çoğu zaman güzel olma kaygısı taşır. Lakin bu durum da günümüzde kişisel bakım sektörünün kadınlarla yetinmeyip, erkeklere yönelmesiyle değişmeye başlamış ve her geçen gün gözle görülür biçimde değişmiştir. Artık erkekler de kişisel bakıma daha çok ihtiyaç duymaya başlamıştır.

Aslında toplumun her bireyinin güzellik algısının inşasında payı vardır. Sahip olduklarımızla yetinmeyip mutlu olmak için daha fazlasını arzu ederiz. Burda da karşımıza iki sektör çıkar: Estetik ve Kozmetik. Reklamlarda, dizilerde, filmlerde gösterilen güzel figürü, influencerlar'ın, instagrammerlar'ın, bloggerlar'ın, youtuberlar'ın paylaştıkları da yine bir güzel figürüdür... Hepsi aslında bizim güzellik anlayışımızın rol-model'lerini oluşturuyorlar. Çeşitlilik her geçen gün ortadan kalkıyor ve güzellikte bir tek tipliliğe doğru geçiş sağlanıyor. Yani tek-tip zayıf, ince burunlu, benzer makyajlı kadınlar... 

Bugün belki de batmayacağına inandığımız tek sektör kozmetik sektörüdür çünkü her koşulda arzularımızın sesini dinlemek isteriz. Ana amacımız mutlu olmaktır ve mutlu olmak için de güzel olmamız gerektiğini düşünürüz. Ayrıca ticari olarak da estetik ve kozmetik sektörü, dünya ekonomisinde önemli bir paya sahiptir. Bu durum da bize dayatılan güzellik algısının uzun zaman süreceğini gösteriyor. Endüstriyel olarak sürekli gelişen güzelliğe dayalı sektörler hayatımızın pek çok yerinde karşımıza çıkmaya da devam edecektir...

Viktorya Döneminde Bedenleri Hapsetmek: Korse

1840'lı yılların sonunda, bedeni ince gösterecek dar giysiler iyice yaygınlaşmıştı. Kadınlar korse aracılığıyla bellerini mümkün olduğu kadar ince göstermeye çalışıyorlardı. Bunun ciddi sağlık sorunlarına yol açtığının kanıtlanmasına rağmen kadınlar, korseden vazgeçmiyor, güzellik adına deri ve balina kemiğinden yapılmış korselerin verdiği her türlü ıstıraba katlanıyordu. Ortaçağ'da bir Fransız kraliçesi, hizmetindeki kadınlara, bel ölçülerini 25-33 santimde tutmalarını emretmişti. Kadınların bu ölçüyü sağlamak için bedenlerini nasıl bir cendereye soktuklarını tahmin etmek hiç de güç değildir. Korseler, 19. yüzyıl başlarına kadar 1.5 cm deriden yapılıyordu. Korse giymiş kadın ''göğüslerinden kalçalarına dek incecik boru geçirilmiş bir karıncaya'' benziyordu.

Korse, kadınlara hem fiziksel hem de psikolojik zararlar vermişti. Viktorya döneminde yapılan otopsiler, korsenin kadınların karaciğerlerine ciddi zararlar verdiğini ortaya çıkarmıştır. Bazı raporlar, neredeyse karaciğerin ikiye bölündüğünü gösteriyordu. 1837'de, kadınların korse yüzünden deforme olan göğüsleri ve omurgaları üzerine bir kitap yayınlanmıştır.. Kitapta, korse giyen kadınların iç organlarının zarar gördüğü ve omurgalarının zedelendiği açıkça ortaya konulmuştu. Korsenin verdiği zararlar ispat edildiği halde, kadınlar dar korse giymeye devam etmiş, hatta bağlarını daha da sıkılaştırmışlardı. Döneme ait birçok yayında, bir hizmetçinin, hatta kocanın, bir ayağını kadının sırtına koyup bağlarını çekiştirerek korseyi daha da sıkı hale getirdiği sahneler tasvir edilmişti. Bir Fransız yazarın yazdığı gibi korse ''insan ırkının katili''di. 

Korsenin zararsız olduğunu savunanlar yok değildi. Viktorya döneminin ünlü doktoru Bowdler, kadınların arzu ettikleri biçim ve ölçüye sahip olabileceklerini savunarak, kadınlara korse kullanmalarını öneriyordu. Bowdler'e göre korse kullanmanın dikkat edilmesi halinde hiçbir sakıncası yoktu. Tabii sonraları Bowdler'in korse üreticileriyle olan yakın ilişkisinin ortaya çıkmasına da vurgu yapmak gerekir...





Kaynakça; Şarlatanlığın Tarihi, Lars Morris

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Felsefe(6) - İnsan doğası gereği iyi midir, kötü müdür?

İnsan doğası gereği iyi midir, kötü müdür? İnsanın düşünce gücü bu soruya ulaştığında, insanlık için henüz çok erken sayılabilecek bir zamandı. İnsanlık, bundan yüzyıllar öncesinde insan doğası üzerine düşünmeye başlamış ve insan zihninde bazı sorular belirmişti: İnsan doğası kavramı gerçekten var mıydı? Varsa eğer neydi bu insan doğası? İyi dediğimiz neydi; kötü dediğimiz neydi? Bunları kim belirlemişti ya da nasıl belirlemişti? Tüm bu sorulara verilen cevaplar; biz insan doğası üzerine düşünmeye başladığımızdan itibaren sürekli olarak değişti ve bununla beraber düşüncelerimiz de zamanla uyum içerisine girdi. Tarihsel süreç içinde filozoflar, bilim insanları ve psikanalistler başta olmak üzere birçok düşünür bu konu hakkında temel olmuş bazı fikirler ortaya attılar. Unutmayalım ki; bu soru, iyi ve kötü kavramlarına bağlanacağı ve ahlak kurallarımız da zamanla değişmek zorunda olduğu için, ahlak felsefesi ve insan doğası hakkında, ahlak felsefesi temelinden başlayıp günümüze kadar

Felsefe (7) - Sokrates ve Etik Felsefesi

Sokrates ve Etik Felsefesi Sokrates insanları 'ruhlarına özen göstermeye' çağırırken, onların ruhlarına gerekli özeni göstermediklerini düşünmüş ve bu yolda gerekli olan özbilinçten yoksun olduklarını söylemiştir. Bu sözleri, yüksek oranla Atinalı çevresinin etkisiyle ortaya çıkmıştı. Sokrates için söz konusu olan önemli ve değerli şeyler, Atinalıların peşinden koştukları şeylerle aynı değildir. Onun etiği; Atinalıları mevcut yaşamlarından ve değerlerinden uzaklaştırmaya, gerçek ve yeni değerler oluşturmaya yönelik -sonunda kendi hayatına mal olacak kadar büyük- bir teşebbüstür. Onun gözünde insan, bir beden ve bir ruhtan meydana gelen, bir maddi bir de manevi boyutu bulunan, bileşik bir varlık olup, bunlardan insanın varlığına karşılık gelen, onu her ne ise o yapan etken ise ruhtur. Ölümsüz olan ruh karşısında, beden sadece bir araçtır. İnsanı ortaya getiren bu iki ayrı bileşen, Sokrates'e göre, iki ayrı değer türünün ortaya çıkışına sebep olur. Gerçekten var

Felsefe (1) - Platon ve Mağara Alegorisi

Şüphesiz ki Platon günümüze kadar gelmiş geçmiş en önemli filozoflardandır. Toplum ve devlet düzenini eleştirdiği ‘’Devlet ‘’ adlı kitabının 7. Bölümünde Mağara benzetmesiyle toplumu eleştirmiştir.Tabii bu benzetmesi günümüzde de hala geçerlidir ve birçok alanda toplumu aydınlatmaya ve yol göstermeye devam etmektedir. Biz de ‘’topluma eğitimin etkisini ve doğamızın eksikliğini’’ bu alegoriyle anlatmaya çalışacağız... Şimdi mağaranın içinde tutsak,mağaraya zincirlenmiş, dış dünyadan habersiz ve nerde olduğunu göremeyen bir insan topluluğu hayal edelim. Aynı zamanda içerde doğal ışık yoktur,duvarları rutubetli ve oldukça karanlıktır. Bu insanların görebildikleri şey sadece mağaranın duvarları ve dışarıdan yansıyan gölgelerdir. Mağaranın içindeki insanlar, dış dünyadan yansıyan gölgelerin( hayvan, insan,bitki vb.) oldukça büyüleyici olduğunu düşünürler ve doğal olarak bundan   etkilenirler. Gölgelere kendilerini o kadar kaptırırlar ki gerçek olduklarını düşünmeye başlarlar. Eğer bun