Ana içeriğe atla

Edebiyat (4) - Edebiyatta Güzelin İsmi: Oscar Wilde



''Dehamı hayatımla gösterdim, yazdıklarımla ise yalnızca yeteneğimi sergiledim.''

Oscar Wilde, modern edebiyatın önemli öncülerinden biri olarak görülür. Yalnızca romanları ve şiirleri ile değil, sanat ve edebiyat üzerine yazdığı eleştirileri ile de 20. yüzyılın avangardı üzerinde etkili olmuştur. Onun en önde gelen eseri, kendisinin de belirttiği gibi kuşkusuz hayatıydı. Çarpıcı ve bir o kadar da komik söz oyunlarıyla örülü, kendisine özgü bir konuşma retoriği geliştirmiştir. Çarpıcı takıntılarıyla ve olaylarla dolu hayatıyla da dünya edebiyatında yer etmiş, özgün bir karakter olmayı başarmıştır.
Ünlü ailesi ve Oscar'ın çocukluğu
Oldukça tuhaf birisi olarak tanıdığımız Oscar Wilde'ı tanımak için öncelikle aile hayatından başlamak en doğrusu olacaktır. Ailesinden birçok bakımdan etkilenmiştir. Yazma yeteneğini, yaşadığı dönemin tanınmış İrlandalı şairi olan annesinden almış olduğu ise tartışılmaz bir gerçektir. Annesinin giyimi tuhaf anlaşılabilecek tarzdaydı, süslü ve afilli kıyafetleriyle tanınıyordu. İsmi Francesca Speranza'ydı. Şiirinin bulaşıcı olmasını istediğini o kadar dile getirmiştir ki, onu sevmeyenler adını ''Francesca Speranza Influenza Wilde'' koymuşlardı. 
 Wilde'ın babası da tanınmış biriydi. Sir William Wilde, hem göz hem de kulak üzerine uzmanlık yapmış bir doktordu. Göz ve kulak cerrahisinde çok büyük bir şöhrete sahipti; hatta ''Wilde kesiği'' denilen kesiğe de ismini vermiştir. Fakat tüm şöhreti, ameliyat ettiği bir kıza tecavüz etme suçlamasıyla yargılanıp ismi böyle bir skandala karışana kadar sürmüştür... 
 Wilde 16 Ekim 1854'te Kraliçe Viktorya döneminin ortasında doğdu. Ömrü boyunca nefret edeceği bir dönemdi bu ve bütün yapıtları herkesin gururla yere göğe sığdıramadığı Viktorya ahlakını altüst etmeye yönelik olacaktı. 
 Oscar'ın çocukluğuna dair fazla bilgimiz olmasa da yazış biçimiyle ilgili ilk örnek ne denli olağandışı bir çocuk olduğunu ortaya koyar. 13 yaşındayken gittiği yaz kampından annesine teşekkür etmek için yazdığı kısa bir mektup şu şekildedir:  

'' Sevgili anneciğim, gönderdiğiniz paket bugün geldi; şimdiye dek bu kadar hoş bir sürprizle karşılaşmamıştım. Bana bunları göndermeniz nezaketten de öte bir davranış ama  flamel gömleklerden hiçbiri benim değil, onlar Willie'nin. Anımsarsanız, benimkilerden biri kıpkırmızıdır., öteki de muhteşem leylak rengindedir. Bu arada Warren Teyze'ye limon yeşili kağıtlara yazılmış bir mektup gönderip mektupluk kağıdımızı nihayet seçebildiğimizi bildirdiniz mi? Sevgilerimle, Oscar.'' 

 13 yaşındaki mutlu bir kampçıdan alınabilecek tarzda bir mektup olduğu çok bellidir. Bu not bize Qscar'ın egzotik ve garip zevklerini çok genç yaşlarında edindiğine dair de kanıtlar veriyor. Tahmin edileceği üzere, Oscar'ın okul hayatı çok iyi geçmiştir ve Dublin'de belli bir üne sahip olan Trinity College'de  eğitim hayatını sürdürmüştür. Trinity'de Wilde bir estet olarak nam salmıştır. Günümüzde bu sözcük pek kullanılmadığı için açıklayalım... Estet özellikle sanatsal alanlarda güzelliğe karşı üstün duyarlılık sahibi insanlara denir. Wilde, henüz okuldan mezun olmadan yaşamını güzelliğin peşinde koşarak geçirmeye karar vermiştir. Bu bilinçli kararını alırken ünlü hocası Reginald Mahaffey'in etkisinde kaldığı da şüphesizdir. 
 Wilde, Trinity'de okurken bu sayede bir estetin hayat tarzına alışmış ve durmaksızın güzel nesneler toplayan birisine dönüşmüştür. Yine bu sıralarda estetik zevkini tanımlayabilmek için bir simge edinmeye karar vermişitir: Leylak. İnsanlar ona 'Neden leylağı seçtin?' diye sorduğunda ise, Oscar'dan beklenemeyecek bir yanıt gelmiştir: ''Çünkü dünyanın en güzel ve en işe yaramaz şeyi.'' 
 Trinity'yi bitirdiğinde Dublin'de doğmuş olmasına karşın İrlanda'nın kendisine göre bir yer olmadığını anlamıştı. Onun gibi bir estet için Dublin hem pek küçük hem de taşra kafalı bir yerdi. Burdan ayrılmak istiyordu ve öyle de yaptı. Oxford'a taşınmış ve İrlandalı aksanından kurtulup burada kabul görmeyi de başarmıştır. Bu dönemlerde oda dekorasyonuna olan takıntısı farkedilmiştir. Odalarını beşinci kez yeni baştan düzenlediğinde şu notu düşmüştür: 'Mavi Çin porselenlerimle birlikte yaşamak bana giderek zor geliyor.' Wilde'ın herkesçe bilinen değer yargılarını bu sözler çok iyi özetler. 
Bu dekorasyon takıntısı dışında bir kadınla ilişkisinden dolayı frengi kapmış ve o dönemi düşünecek olursak tek tedavi yöntemi civadır. Bu tedavi süreci boyunca civanın dişlerini simsiyah etmesi ise, Wilde'ı oldukça huzursuz ediyordu. Dişlerini hep saklamış ve eliyle gizlemeye dikkat etmiştir. 
Oxford'da başarılı olmuştu ama henüz ne iş yapacağına dair bir fikri yoktu. Bir estet olduğu için övünüp durmak artık ona yetmiyordu. Şair olmaya ve edebiyat eleştirileri yazmaya karar verdi. Yirmili yaşlarının ortalarındayken birkaç oyun yazmayı deneyen Oscar Wilde, Londra'da öncelikle laf ebeliğindeki ustalığıyla tanınmıştır. Birisi bir laf ettiğinde nükteli ve hazır bir şekilde cevap vermek, onun en sevdiği uğraşıydı. 

Ani gelen şöhretle dolu hayatı 
Meslek hayatında bocalayıp dururken hiç alakası olmayan iki kişi, Gilbert ve Sullivan, Wilde'ı kurtardılar. Gilbert ve Sullivan, 19. yüzyılın sonlarında yazdıkları komik operalarla tanınırlar. Estetik hayatla alay eden patience(sabır) adında bir opera yazmışlardır. Operanın kahramanlarından biri olan Reginald Bunthorne karakteri, elinde leylaklarla dolaşan, nükteli laflar eden Bunthorne'nin kim olduğu çok açık bir şekilde belliydi. Opera özellikle Amerika'da meşhur olunca Oscar Wilde da ansızın keşfedildi ve bir anda meşhur oldu. O zamana kadar Amerika'ya gitmemiş olan Oscar Wilde'a, artık yapımcılar Amerika'yı dolaşarak bir dizi konferans verip vermeyeceğini soruyordu...   
Oscar Wilde da bu macerayı kabul etmiş ve Amerika'ya gitmiştir. Wilde konferans metni için yaptığı çalışmanın dört katını konferansçı olarak ne giymesi gerektiği konusunda uğraşarak harcadığını söyler. Kopçalı ve yeşil kürklü paltoyla bir anda Amerika'da da meşhur hayatına devam ediyordu. 
 Genç yaşında bu kadar konferans verebildiği için Oscar Wilde'a hayran kalmamak elde değil açıkçası. Amerika'da yaptığı gezi Oscar Wilde için cesaretin ve zarafetin zaferi sayılırdı. Philadelphia'nın üst sınıflarından tutun da en alt tabakadan madenciye kadar estetizmin ve estet olmanın anlamı hakkında önceleri hiçbir bilgisi olmayan Amerikan halkı, konuyu artık epeyce anlamış sayılırdı. 








Olaylarla dolu ilişki hayatı
İngiltere'ye döndüğünde 28 yaşındaydı ve henüz ne iş yapacağını bilmiyordu. Londra'da kendisiyle ilgili dedikodular dolaşmaya başlamıştı ve uygunsuz insanlarla birlikte olduğu, genç kadınlar yerine bir sürü genç erkekle görüştüğü söyleniyordu. Dostları adının çıkmaması için kendine eş bulup evlenmesi gerektiğini söylüyordu. Wilde her ne kadar evliliğe uygun birisi olarak kendisini tanımlamasa da, mecbur kalarak arkadaşlarından birisinin kardeşine evlilik teklifi eder ve reddedilir. Evlenme teklifi ettiği ikinci kişi Constance Lloyd olmuştur, Lloyd bu teklifi kabul etmiştir ve evlenmişlerdir. Evliliklerinin yürümeyeceğinin ilk ipucu evlilik teklifinde bulunduğu dakikadan düğün törenine kadar Wilde'nın tüm zihinsel ve duygusal enerjisini Constance'ın gelinliğinin tasarıma harcamasıydı...Constance ile evlenmeden önce Viktorya ahlakına kesinlikle uymayan bir hayat tarzına sahipti ve kendisi bir eşcinseldi. Hakkında sürekli genç erkekle birlikte olduğuna dair dedikodular çıkıyordu. 
 Bu dönemde Lord Alfred adında birisiyle tanışmıştır. Lord Alfred, Queensbury Markisinin küçük oğluydu. Modern boksu icat eden Queensbury Markisidir... Oğlu ise Lord Alfred şımarık, pervasız, terbiyesiz ve fena halde kinci birisiydi. Oscar'a uymuyordu fakat Oscar delicesine sevdalanmıştı. 
 1891'den itibaren birkaç yıl boyunca oyunlar yazmıştır. 1892'de yazdığı Lady Windermer'in Yelpazesi büyük başarı sağlamıştır. Ardından belki de en önemli oyunu olan 'Ciddi Olmanın Önemi'ni yazmıştır ve bu başarısı tüm hızıyla devam etmiştir. Lord Alfred ise onu despot babasına nispet yapmak için kullanıyordu ve Oscar Wilde'ı böylece kendisi için çekici kılmıştı. 

Hayatını değiştiren hatası
Douglas bir gün ondan babasına iftira davasını açmak istemiştir ve Wilde da kendisi için tehlikeli bu teklifi kabul etmiştir. Beklenildiği üzere Wilde davayı kaybetmiştir ve hakkında karşı dava açılmıştır. Bu davayı kaybetmemek için ne kadar çabalasa da mahkeme onu suçlu bulmuştur. Oscar Wilde'ın tutumunu tiksinç olarak bulan mahkeme ona en ağır cezayı vererek 2 yıl boyunca kürek çekme cezasına çarptırmıştır. Wilde bu hükmü duyunca yalnızca ''Aman Tanrım! Aman Tanrım!'' diye bağırdı ve salondan çıkarıldı. Bu felaket Wilde'ın hem yazarlık hayatının hem de toplumdaki saygınlığının sonu oldu. Yazdığı piyeslerden alacağı telif hakları iptal edildi. Parasız kalan Wilde tüm malvarlıklarını satmak zorunda kaldı. Son sattığı şey yıldızları düşlediği meslek hayatının başlarında değinmiş olduğu mavi Çin porselenleriydi... 
 Wilde hapishaneden çok değişmiş halde çıkmıştır. 2 yıl kürek cezası çok ağır gelmiş, vücudu çok değişmişti. Hapishane hayatında Alfred'e ithafen mektuplarını yazdı ve 'De Profundis' adıyla yayınladı. Wilde için Douglas'a dönmek, yapabileceği en berbat şeydi. Ama bir zamanlar söylediği, ''Her şeye direnebilirim ama baştan çıkarılmaya asla'' sözleriyle dünya görüşünü zaten ortaya koymuştu.  
 1898'de hapishaneden çıktıktan sonra ise sadece 2 yıl yaşayabildi. İngiltere'de kalamıyordu çünkü toplumun her kesimi ondan kaçıyordu. Amerika'da da durum pek farklı değildi. Karısı Contance onu boşamış ve Wilde'in hapisten çıktığı yıl, henüz kırk yaşındayken ölmüştür.  
 Bu sıralar şans Alfred'in yanındaydı ve ünlü boksör abisi ölünce yüklü bir mirasla baş başa kalmıştır.  Wilde'ın eski dostları, Alfred'e, Wilde'a yardım etmesini rica etmişlerse de, Douglas Alfred, sonunda Wilde ile arasındaki ilişkiye son veren mektubu yazmıştır: ''İhtiyar fahişeler gibi yaltaklanıyorsun Oscar. para yüzünden rahatsız etme beni artık.'' 



Oscar Wilde'ın hüzünlü sonu
1900 yıllarının sonlarında Paris'teki bir dostu Oscar Wilde'ı eve aldı. Çünkü kendisi de fakirdi ve yardıma ihtiyacı vardı. Oscar Wilde yorgundu, bedeni bir hapishaneye, terkedilmiş bir harabeye dönmüştü. Oscar Wilde ile ilgili olarak son öğrenilen bilgilerden biri ise hayatının sonuna yaklaşırken, içinde bulunduğu ortamı tam da ona yakışır biçimde, çok rahatsız edici bulmasıdır. Yatağı çarpıcı bir sefaletin ortasında duruyordu. Wilde'ın güzel bulduğu her şey yok olmuştu. Son sözlerinden birini tavan arasındaki odanın duvarlarına bakarak söyledi: '' Duvar kağıdımla ben ölümüne bir düello yapıyoruz. Birimizden birimiz gidecek.'' 30 Kasım 1900'de geriye, güzelleştirmeyi  belki yaşarken başaramadığı dünyası ve her zaman esprili haliyle hatırlarımıza güzel bir şekilde ismini yerleştirdi Oscar Wilde... 


''Bir insan, ancak benliğindeki çelişkileri çözümleyip bunların arasında bir uyum sağlayınca olgunlaşır. Oysa Hesketh Pearson'a göre, Oscar Wilde çocuk kalmıştır. Daha doğrusu, kafası gelişmiş, hem de çok gelişmiş, ama ruhsal yapısı açısından on beş yaşlarında kalmıştır. Bu yüzden de, kılığı kıyafetiyle, söyledikleri sözlerle, hem yetişkinleri şaşırtmak, şoke etmek huyundan vazgeçmiyor; hem de yetişkinler tarafından sevilmek istiyordu.''

-Mine Urgan





Kaynakça:
Oscar Nasıl Wilde oldu?, Elliot Engel
Oscar Wilde, Fikriyat Dergi




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Felsefe(6) - İnsan doğası gereği iyi midir, kötü müdür?

İnsan doğası gereği iyi midir, kötü müdür? İnsanın düşünce gücü bu soruya ulaştığında, insanlık için henüz çok erken sayılabilecek bir zamandı. İnsanlık, bundan yüzyıllar öncesinde insan doğası üzerine düşünmeye başlamış ve insan zihninde bazı sorular belirmişti: İnsan doğası kavramı gerçekten var mıydı? Varsa eğer neydi bu insan doğası? İyi dediğimiz neydi; kötü dediğimiz neydi? Bunları kim belirlemişti ya da nasıl belirlemişti? Tüm bu sorulara verilen cevaplar; biz insan doğası üzerine düşünmeye başladığımızdan itibaren sürekli olarak değişti ve bununla beraber düşüncelerimiz de zamanla uyum içerisine girdi. Tarihsel süreç içinde filozoflar, bilim insanları ve psikanalistler başta olmak üzere birçok düşünür bu konu hakkında temel olmuş bazı fikirler ortaya attılar. Unutmayalım ki; bu soru, iyi ve kötü kavramlarına bağlanacağı ve ahlak kurallarımız da zamanla değişmek zorunda olduğu için, ahlak felsefesi ve insan doğası hakkında, ahlak felsefesi temelinden başlayıp günümüze kadar

Felsefe (7) - Sokrates ve Etik Felsefesi

Sokrates ve Etik Felsefesi Sokrates insanları 'ruhlarına özen göstermeye' çağırırken, onların ruhlarına gerekli özeni göstermediklerini düşünmüş ve bu yolda gerekli olan özbilinçten yoksun olduklarını söylemiştir. Bu sözleri, yüksek oranla Atinalı çevresinin etkisiyle ortaya çıkmıştı. Sokrates için söz konusu olan önemli ve değerli şeyler, Atinalıların peşinden koştukları şeylerle aynı değildir. Onun etiği; Atinalıları mevcut yaşamlarından ve değerlerinden uzaklaştırmaya, gerçek ve yeni değerler oluşturmaya yönelik -sonunda kendi hayatına mal olacak kadar büyük- bir teşebbüstür. Onun gözünde insan, bir beden ve bir ruhtan meydana gelen, bir maddi bir de manevi boyutu bulunan, bileşik bir varlık olup, bunlardan insanın varlığına karşılık gelen, onu her ne ise o yapan etken ise ruhtur. Ölümsüz olan ruh karşısında, beden sadece bir araçtır. İnsanı ortaya getiren bu iki ayrı bileşen, Sokrates'e göre, iki ayrı değer türünün ortaya çıkışına sebep olur. Gerçekten var

Felsefe (1) - Platon ve Mağara Alegorisi

Şüphesiz ki Platon günümüze kadar gelmiş geçmiş en önemli filozoflardandır. Toplum ve devlet düzenini eleştirdiği ‘’Devlet ‘’ adlı kitabının 7. Bölümünde Mağara benzetmesiyle toplumu eleştirmiştir.Tabii bu benzetmesi günümüzde de hala geçerlidir ve birçok alanda toplumu aydınlatmaya ve yol göstermeye devam etmektedir. Biz de ‘’topluma eğitimin etkisini ve doğamızın eksikliğini’’ bu alegoriyle anlatmaya çalışacağız... Şimdi mağaranın içinde tutsak,mağaraya zincirlenmiş, dış dünyadan habersiz ve nerde olduğunu göremeyen bir insan topluluğu hayal edelim. Aynı zamanda içerde doğal ışık yoktur,duvarları rutubetli ve oldukça karanlıktır. Bu insanların görebildikleri şey sadece mağaranın duvarları ve dışarıdan yansıyan gölgelerdir. Mağaranın içindeki insanlar, dış dünyadan yansıyan gölgelerin( hayvan, insan,bitki vb.) oldukça büyüleyici olduğunu düşünürler ve doğal olarak bundan   etkilenirler. Gölgelere kendilerini o kadar kaptırırlar ki gerçek olduklarını düşünmeye başlarlar. Eğer bun