Ana içeriğe atla

Felsefe(4) - Doğunun Yüce Öğretmeni: Konfüçyüs

Doğunun Yüce Öğretmeni: Konfüçyüs


"Kendine yapılmasını istemediğin şeyi bir başkasına yapma."


M.Ö. 551 yılında hasta bir askerin soyunun devamı için bir oğula ihtiyacı vardı. Yanına genç bir kadın alıp kutsal bildikleri bir dağa çıkıp dua ettiler. Doğan erkek çocuk artık hasta bir askerin soyunun devamını sağlamakla kalmayacak, büyük Çin imparatorluğunu da belki de yıkılmaktan kurtaracaktı. Bu kişi nam-ı değer Usta Kong, Çince Kong Fuzi, ve bizim bildiğimiz ismiyle Confucius... Dünyaya geldiği dönemde Çin devleti oldukça güçlü bir medeniyete sahipti ve oldukça büyüktü. Tek bir kral vardı ve otoritesi çok kuvvetliydi, tüm gücü yüklenmişti. Sistem krala dayalıydı. Fakat Konfüçyüs büyüme aşamasına geldiğinde Çin'deki sistem yerini bir kaosa dönüşmekteydi. Aileler ailelere saldırıyor, kitlesel silah üretimi oluşuyor, toplumda bir dağılma baş gösteriyordu. Tüm bunlar elbette ki Konfüçyüs'ün düşüncesinin oluşmasında onu etkileyecekti.

Konfüçyüs, tarih, şiir ve dini merasimler üzerine kaliteli sayılabilecek düzeyde bir eğitim almıştı. Öğrendikleri Antik Çin dünya görüşü için önemliydi. O yaşamda dış görünüşün tahmin edildiğinden daha önemli olduğunu öğretmeye çalıştı. Yaşlılara önlerinde eğilip yol vermek, şef ile konuşurken ayağa kalkmak ve Çin'de bizdekinden çok farklı birçok kural. Bu tür kuralların kendiliğinden doğmadığını düşünüyordu. Bunların bir anlamı vardı ve bir zamanlar çok anlamlıydılar. Binlerce yıllık gelenekler ve görenekler iyi amaçlara ulaşmak için konulmuştur. Bu nedenle insanların bunları en iyi şekilde muhafaza etmeleri gerekir. Eğer bu doğru bir şekilde yapılırsa, her iş daha kolay olur, diyordu.

Konfüçyüs ve Tao

Çin toplumunun sorunlarına çözüm üretmek onun tek uğraşı haline gelmişti artık. Şüphesiz ki ülkede ve dünyada artan tarım ve ticaretin etkileri de onun düşünsel anlamda gelişmesine olanak sağlıyordu. Konfüçyüs, genç yaşlarında felsefi bir soruşturma yaşar. İnsanlığın yardıma ihtiyacı olduğunu düşünür. Bulunduğu topraklardan ayrılır ve ülkenin batısına doğru yola çıkar. Yoldayken birtakım keşişlerle tanışır. Bu keşişler, kısaca bahsetmek gerekirse, "yol" kavramına içtem içe inanan, o dönemde de ülkede ekol bir düşünce haline gelmiş Taocu keşişlerdir. Düşüncelerini aşağı yukarı şöyle açıklayabiliriz: Bütün dünyada, rüzgarda ve havada, bitkilerde ve hayvanlarda, gece ve gündüzün birbirini izlemesinde büyük bir yasa etkilidir. Bu yasanın adı Tao'dur. Bunun anlamı olanak içinde her şeyden uzak kalmaktır. Hiçbir şey yapmamak, içine kapanıp sakin bir tarzda yaşamak, hiçbir şey istememek ve hiçbir düşünce belirtmemek... Konfüçyüs'ün görüşlerine temel anlamda zıt bir dünya görüşüdür.

Bir gün Konfüçyüs devlet arşivinde çalışırken yaşlı bir adamla felsefi bir tartışmaya girer ve Konfüçyüs kalkarken yaşlı adam ona dönüp:
" Gururlu havandan ve her türlü arzularından kurtul. İmalı huylarından ve vahşi isteklerinden de... Bunların sana hiçbir faydası yok." demiştir.
Bu kişi Taoizmin kurucusu sayılan Lao Zi'dir. Lao Zi de bilge bir kişiydi. Memurluk hayatını gürültülü bulduğu için bırakmış ve Çin'in sınırlarındaki tenha, boş dağlara uzanan bir derviş olmak istiyordu. Konfüçyüs ile farklı dünya görüşlerine sahip iki insanlardı.

" Zihnini yolda kur ve erdemli ol. Ve her şeyi insanlıkla uyum içinde yap. "

Konfüçyüs ve Aile

Konfüçyüs, ailelerin belirli sorumluluklar içeren, hiyerarşik bir yapıda olduğunu farketmiştir. Aile kavramı onun için oldukça önemlidir. Birlikte yaşadığımız insanlarda, birinin kötü durumu karşısında duydukları acıma, merhamet onlara doğuştan gelen niteliklerdir. Konfüçyüs'e göre yapılacak şey, bu niteliklerin insanda kaybolmaması için uğraşmaktır. Bunun da en iyi gerçekleşeceği yer ailedir. Eğer bir insan anne-babasını sevip sayıyorsa, onların dediklerini yapıyor ve onlara bakıyorsa o zaman bu insan diğerlerine karşı da sevecendir ve tıpkı babasına itaat ettiği gibi devletin yasalarına da uyar. Onun için aile içindeki yaşam, kardeş sevgisi, anne-babaya saygı yaşamın en önemli taşlarıdır. Bu nedenle o aileyi "insanlığın kökeni" olarak niteler. Konfüçyüs'e göre siyasette de aile gelenekleri gibi, tıpkı baba oğlu ilişkisi gibi , gelenek halinde yöneticiler yetiştirilmeliydi.

Ama Konfüçyüs, yurttaşın devletin başındakilerin buyruklarına uymalarını isterken bunu tek taraflı olarak düşünmemiştir. tam tersine Konfüçyüs ve öğrencileri sık sık dik kafalı ve mağrur krallarla birlikte oldular ve onlara hiç çekinmeden hiç çekinmeden düşüncelerini söylediler. Zira kralın görevi ilk planda bütün eski iyi gelenekleri korumak, herkese bir baba sevecenliğiyle davranmak, adaleti ve rahatı sağlamaktır. Eğer o bu görevlerini yerine getiremiyor ve yurttaşlarını saygısızca eziyorsa, halkın onu tahttan indirme hakkı vardır. Bir kralın ilk görevi, devletinde yaşayan herkese davranışları ile örnek olmasıdır.

Konfüçyüs ve Eğitim

Konfüçyüs'e göre eğitim çok önemliydi ve insanlara eleştirel bir bakış açısı kazandırmalıydı. Eleştirel bir bakış açısına sahip olmayı, benliğin gelişmesinde etkili bir faktör olarak görüyordu. Her öğrenci istediğini düşünebilecek ve ustalarıyla istediği tartışmaya girebilecekti. Böylece yozlaşmış ustaların fikirlerinden öğrenciler kendilerini uzak tutabiliyorlardı. Temel amaç erdeme ulaşmaktı. Öğrenciler kendi karakterlerini inşa etmeyi öğreniyorlardı ve bunun sadece erdeme ulaşarak yapılacağını da biliyorlardı.

Konfüçyüs'e göre insan ilişkileri, toplumla olan ilişkimiz, bizim için oldukça kıymetliydi. En nihayetin bunun gerçekleşmesi, düzenin ve ahengin oluşması için de ahlak ve erdemin oluşması gerekliydi. Ona göre hayatın ölçüsü insan değil, insan ilişkleriydi. Felsefesi de insan ilişkilerinin en sağlıklı şekilde oluşmasına yönelikti.

Konfüçyüs'ün Ölümü ve Düşüncesinin Doğumu

Konfüçyüs 73 yaşında hastalandı. Son cümleleri yenilmişliğini kabul edercesine hayal kırıklığıyla doluydu. Yetiştirdiği insanlardan bir avuç yönetici bile çıkmamıştı.

''Hiç akıllı bir hükümran çıkmıyor. Beni ustası yapacak kimse yok. ölme vaktim geldi.''

Sadık öğrencileri onun mezarının başına fidanlar dikti ve onu yalnız bırakmadı. 300 yıl boyunca da onun düşünceleri herhangi bir düşünce ekolü olarak kaldı. Taoizm gibi ekollerle sürekli mücadele etti. Ancak Çin güçlü imparatorların hükmü altında tekrar birleştiğinde istikrarı arayan yöneticiler siyasi manzarayı değiştirdiler. Gaddarca yönetimin kendisinden öncekine dahi fayda sağlamayacağını düşünen hükümdarlar, Konfüçyüs'ün gösterdiği yolun kendilerine refah sağlayacaklarını düşünürler. Böylece Konfüçyüs'çü eğitim, ortak kültürel miras, kaostan uzak yetişmiş bir ahlak ve erdem düzeni ve ahengi sağlamak için tekrar gündeme gelir. Şüphesiz ki bunların için en önemlisi eğitimdi. Eğitime ayrı bir önem verilmeye başlanmıştır. Şiirin, sanatın ve müziğin kişiye erdem getirmekte bir araç olacağı düşüncesi Konfüçyüs'ten 300 yıl sonra geri dönmüştür. Çocuklar okullarda Konfüçyüs'ü öğrenmiş ve onun sözleri artık ülkenin her yerinde, herkes tarafından bilinir hale gelmiştir.

20. yy'da bu durum değişmeye başlamıştır. Onun düşüncelerinin kendilerini geriye götürdüğünü düşünen başlarını devlet başkanı Mao'nun oluşturduğu bir grup ona karşı çıkmıştır ve 1960 yılında ''Kültür Devrimi'' gerçekleştirmişlerdir. Konfüçyüs'ün eserlerini yok etmeye çalışmış ve hatta mezarına bile zarar vermişlerdir. Sert bir ideolojinin, bir fikir adamının düşüncelerini bu denli acımasız bir şekilde yok etmeye çalışması içler acısı bir durum.

Fakat Konfüçyüs'çü eğitime duyulan hasret onun düşüncelerinin 21. yüzyılda tekrar ele alınmasını sağladı. Konfüçyüscü okullar gelenekleri oluşturarak iyiyi ve ahlaklıyı oluşturuyordu. Antik felsefenin beraberinde kaliteli bir eğitim sağlanıyordu. Modern Çin'de giderek daha geçerli olan bireyciliğin kollektif bir doğru yanlış hissini zayıflattığı görülüyor. Konfüçyüs'ün tekrar yükselişi ahlak ihtiyacı olarak da yorumlanabilir.

''Koşullar ne olursa olsun iyi bir yaşam herkes için mümkündür. İyi bir yaşam için gerekli olan temel ise bilgeliktir. Bu da demek oluyor ki hepimiz en temel anlamda en iyi olduğumuz sürece birer filozofuz; yani bilgelik aşıklarıyız.''

KONFÜÇYÜS











Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Felsefe(6) - İnsan doğası gereği iyi midir, kötü müdür?

İnsan doğası gereği iyi midir, kötü müdür? İnsanın düşünce gücü bu soruya ulaştığında, insanlık için henüz çok erken sayılabilecek bir zamandı. İnsanlık, bundan yüzyıllar öncesinde insan doğası üzerine düşünmeye başlamış ve insan zihninde bazı sorular belirmişti: İnsan doğası kavramı gerçekten var mıydı? Varsa eğer neydi bu insan doğası? İyi dediğimiz neydi; kötü dediğimiz neydi? Bunları kim belirlemişti ya da nasıl belirlemişti? Tüm bu sorulara verilen cevaplar; biz insan doğası üzerine düşünmeye başladığımızdan itibaren sürekli olarak değişti ve bununla beraber düşüncelerimiz de zamanla uyum içerisine girdi. Tarihsel süreç içinde filozoflar, bilim insanları ve psikanalistler başta olmak üzere birçok düşünür bu konu hakkında temel olmuş bazı fikirler ortaya attılar. Unutmayalım ki; bu soru, iyi ve kötü kavramlarına bağlanacağı ve ahlak kurallarımız da zamanla değişmek zorunda olduğu için, ahlak felsefesi ve insan doğası hakkında, ahlak felsefesi temelinden başlayıp günümüze kadar

Felsefe (7) - Sokrates ve Etik Felsefesi

Sokrates ve Etik Felsefesi Sokrates insanları 'ruhlarına özen göstermeye' çağırırken, onların ruhlarına gerekli özeni göstermediklerini düşünmüş ve bu yolda gerekli olan özbilinçten yoksun olduklarını söylemiştir. Bu sözleri, yüksek oranla Atinalı çevresinin etkisiyle ortaya çıkmıştı. Sokrates için söz konusu olan önemli ve değerli şeyler, Atinalıların peşinden koştukları şeylerle aynı değildir. Onun etiği; Atinalıları mevcut yaşamlarından ve değerlerinden uzaklaştırmaya, gerçek ve yeni değerler oluşturmaya yönelik -sonunda kendi hayatına mal olacak kadar büyük- bir teşebbüstür. Onun gözünde insan, bir beden ve bir ruhtan meydana gelen, bir maddi bir de manevi boyutu bulunan, bileşik bir varlık olup, bunlardan insanın varlığına karşılık gelen, onu her ne ise o yapan etken ise ruhtur. Ölümsüz olan ruh karşısında, beden sadece bir araçtır. İnsanı ortaya getiren bu iki ayrı bileşen, Sokrates'e göre, iki ayrı değer türünün ortaya çıkışına sebep olur. Gerçekten var

Felsefe (1) - Platon ve Mağara Alegorisi

Şüphesiz ki Platon günümüze kadar gelmiş geçmiş en önemli filozoflardandır. Toplum ve devlet düzenini eleştirdiği ‘’Devlet ‘’ adlı kitabının 7. Bölümünde Mağara benzetmesiyle toplumu eleştirmiştir.Tabii bu benzetmesi günümüzde de hala geçerlidir ve birçok alanda toplumu aydınlatmaya ve yol göstermeye devam etmektedir. Biz de ‘’topluma eğitimin etkisini ve doğamızın eksikliğini’’ bu alegoriyle anlatmaya çalışacağız... Şimdi mağaranın içinde tutsak,mağaraya zincirlenmiş, dış dünyadan habersiz ve nerde olduğunu göremeyen bir insan topluluğu hayal edelim. Aynı zamanda içerde doğal ışık yoktur,duvarları rutubetli ve oldukça karanlıktır. Bu insanların görebildikleri şey sadece mağaranın duvarları ve dışarıdan yansıyan gölgelerdir. Mağaranın içindeki insanlar, dış dünyadan yansıyan gölgelerin( hayvan, insan,bitki vb.) oldukça büyüleyici olduğunu düşünürler ve doğal olarak bundan   etkilenirler. Gölgelere kendilerini o kadar kaptırırlar ki gerçek olduklarını düşünmeye başlarlar. Eğer bun