Ana içeriğe atla

Serbest Patika (3) - Kadın ve Erkek Eşitsizliği

Kadın ve Erkek Eşitsizliği
Bu yazıda, kadın erkek eşitsizliğinin bazı nedenlerini ve beraberinde getirdiği sonuçları çeşitli istatistiklerle incelemeye çalışacağım. Toplumların büyük bir sorunu haline gelmiş bu eşitsizliğin kaynağını görmeye çalışacak, yapılan bazı uygulamaların neden başarıya ulaşmadığına dair de birtakım yorumlarda bulunacağım. Günümüzde hala bazı ülkelerde durdurulamayan, çözüm yolunda ise gerekli adımların atılmadığı veya bazı adımlar atılsa bile hala yetersiz kaldığı, her geçen gün ülkemizde kadın cinayetlerinin artmasıyla beraber de bizleri derinden etkileyen ve giderek artan bir sorun olarak; kadın haklarının eşitsizliğinden bahsedeceğim. Yazının temel gayesi, yasaların getirmeye çalıştığı kuramsal farkındalık dışında tecrübe ettiğimiz günlük yaşamda kadın ve erkek eşitliğine dair bireylerde bilinç oluşturmaya çalışmaktır. Temennim ise kadının ve erkeğin, eşit haklara ve fırsatlara sahip olması; toplumun her alanında eşit değer görmesinden başka bir şey değildir. Kadının güçlü bir konumda bulunmadığı ve cinsiyetler arası eşit değer yaratılmadığı sürece,eşitsizlik sorunumuzu çözemeyeceğimiz gibi, kadın cinayetlerinin de önüne geçmemiz imkansız bir hal alacaktır.

Stereotip oluşturma
Herkes basmakalıp düşünceleri olan insanlardan genelde nefret ettiğini söylese de günlük hayatındaki stereotiplerden kendisini kolayca kurtaramaz. Basmakalıp düşüncelerimizden kendimizi kurtaramadıkça da tam olarak sağlıklı bir bilince ulaşmamız oldukça zor. Her Arap müslüman olmak zorunda olmadığı gibi, her dövmeli insan da ateist olmak zorunda değildir. Fakat oluşturduğumuz stereotipler, genele odaklanıp bireyleri yok saymaktadır. Durum böyle olunca da oluşturduğumuz önyargılarımız bizi ve beraberinde toplumu bir hastalığın içine sokuyor. Cinsiyetler arasında oluşturduğumuz bu stereotipler de, her ne kadar cinsiyet eşitliğini savunuyor olsak da, günlük hayatımızdan basmakalıp düşüncelerimizi çıkartamadıkça; savunduğumuz değerlerle farketmeden de olsa çelişiyor. Kadınların hepsini duygusal, bakımlı olması gereken, ev işlerini çekip çeviren ve güzel olmak zorunda olan konumuna getirip, erkeği ise; para kazanmaya mecbur, tamir işlerinden anlamak zorunda olan ve zekasıyla karşı cinsi etkilemesi gereken bir cinsiyet kalıbına sokuyoruz. Halbuki, tüm bu işler, cinsiyetlerle alakası olmasa da, günlük hayatımızda büyük bir sınırlama olarak gözükmektedir. Yemek yapan her erkek feminen bir davranış sergilemediği gibi; tamir işi yapan bir kadın da maskülen bir davranış sergilemiş olamaz. Tüm bu işleri, belli bir cinsiyete yüklemeyi bırakmadığımız sürece cinsiyetler arası eşitliği savunmamızın da maalesef bir anlamı kalmıyor. Stereotiplerimizden tamamıyla kurtulamadıkça günlük hayatımızdaki hiçbir sorunu çözüme kavuşturamayız. İlk olarak bu sorunu aşarak başlamalıyız...


Kadın ve Erkek eşitliğinden ne anlamalıyız?

Öncelikle kadın ve erkek eşitliğinden, kadının ve erkeğin aynı olacağı anlamını çıkarmamalıyız. Kadın ve erkek aynı cins değildir ve farklılıkları, doğal olarak mevcuttur. Anlamamız gereken şey ise oldukça basittir: Kadın ve erkek eşitliği, cinsiyetlerin eşit hak, özgürlük, ve fırsatlara sahip olmasını anlatır. Yani bireylerin kadın veya erkek olmasına bağlı olarak toplumdan dışlanmaması, farklı tepkiler almaması, eşit değere sahip olması durumudur. Günümüzde ise kadın haklarının eşit bir konumda yer alamadığı, gerek çalışma hayatında, gerekse toplumsal yaşantımızda gayet açık ve bariz olarak ortadadır. Bu eşitsizlik durumu da kadını sosyal ve ekonomik olarak dezavantajlı bir konumda tutmakta ve toplumun her kesimine zarar vermektedir. Bu durumu daha net gözler önüne sermek için belli başlıklar altında kadın ve erkek eşitsizliğini inceleyelim..

Düşük maaş
Yapılan araştırmalara göre, kadınlara erkeklere oranla %24 oranında daha az maaş almaktadır. Bu oran oldukça fazladır ve günümüzden itibaren 170 yıllık bir açıklık ortaya koymaktadır. Kadınların iş hayatında, erkeklerle aynı işi yapmasına rağmen daha düşük maaş alması kabul edilemez bir durumdur. Ekonomik olarak olarak kadının güçlü bir konuma gelmesi için, bu durumun düzeltilmesi çok büyük bir gerekliliktir.

Düzgün iş eksikliği
Gelişmekte olan ülkelerdeki kadınların %75'i kayıt dışı ekonomide yer alan işlerde çalışmaktadır. Bu tür işler ise, herhangi bir hukuki iş sözleşmesinin olmadığı, iş güvenliği açısından yetersiz ve düşük ücretle çalışılan işlerdir. Yani, yoksulluktan kaçmak için mecbur bırakılan iş türleridir. Gelişmekte olan ülkelerde 700 milyon kadın, hiçbir güvencesi olmadan ve ekonomik olarak da sadece hayatta kalmaya yetecek bu tür işlerde çalışmaktadır.  Açıkçası böyle bir durumda, ne sosyal ne de ekonomik bir ilerleme beklenebilir. Çalışma koşullarının düzeltilmesi ve bu tür işlerin tasfiye edilmesi en kalıcı çözüm gibi duruyor. Ayrıca diğer bir yandan da, neden kadınların büyük bir çoğunluğunun bu tür işlerde çalışılmaya mecbur bırakıldığını da incelememiz gerekiyor.

Ücretsiz çalışmalar
Bu konu ise belki de en bariz ortada olan ve herkesin farkında olup kimsenin değiştirmeye çalışmadığı bir konu... Kadınlar, ev işleri ve çocuk bakımı gibi ücretsiz işlerde erkeklere oranla en az iki katı oranla daha fazla çalışmaktadır. Bu durum, ücretli işlerde kadınların daha az çalışmasına olanak sağlıyor ve ekonomik olarak bir eşitsizlik meydana getiriyor. Diğer taraftan erkekler ise, ücretli işlerde daha fazla zaman ayırabildikleri için, ücretleri de artış göstermektedir. Böylece aradaki ekonomik açıklık da artmış olur. Kadınların ücretsiz bakım işlerinde erkeklere oranla daha fazla çalışması ise, her yıl tahmini değeri 10 trilyon dolara denk gelmektedir. Bu rakam, tüm dünyanın gayri safi yurtiçi hasılasının sekizde biri gibi oldukça ciddi bir değere denk geliyor. Aşağıdaki istatistikte de ülkeler bazında oranları görebiliriz.


Daha uzun iş günleri
Kadınların, ücretsiz ve ücretli işler birlikte hesap edildiği zaman, erkeklerden daha fazla çalıştığı ortaya çıkmaktadır. İstatistiklere göre, ortalama yaşam süresi boyunca kadınlar erkeklere oranla dört yıl daha fazla çalışıyorlar. Bunun bedeli ise; daha az maaş ve çalışma ortamlarında güvence eksikliği oluyor maalesef... Aşağıda vermiş olduğumuz istatistik de göstermiş oluyor ki; gelişmiş ülkelerde de bu durum pek bir fark göstermiyor. İstatistikler birbirine oldukça yakın ve sorunumuzun aslında küresel olduğunu gösteriyor.



Bir diğer durum ise oldukça üzücüdür. Çalışma hayatında, erkeklerin çocuk sahibi olması negatif bir durum ifade etmese de -hatta olumlu karşılanma olasılığı oldukça yüksektir- kadınların bir çocuk sahibi olması iş hayatında kadına yükümlülük olarak gözüktüğünden dolayı, pek hoş karşılanmıyor. Bu durumu 1980'lerde yazılmış ofis dekoarasyonu ile alakalı bir makalede, 'Ofisimdeki odamı nasıl dekore etmeliyim?' sorusuna verilen cevap oldukça güzel bir şekilde özetliyor:

''Baş harflerinizden cinsiyetinizi anlayamadım ve cevap da cinsiyetinize göre değişir...Bir erkekseniz ve aileniz varsa, aile fotoğraflarınızı kullanın. Bir aile erkeği olduğunuzu düşünürler. Kadınsanız ve çocuklarınız varsa, ofisinize aile fotoğrafları koymayın, çünkü kafanızı işinize vermediğinizi düşünürler.''

Bu sorun, aileyi nasıl anladığımıza göre değişiyor ve ailenin tüm sorumluluklarını kadına bıraktıkça da çözülemiyor. Burada görüyoruz ki sorunumuz kesinlikle sadece bir kadın sorunu değildir ve tüm sorun kadına yüklendikçe de çözüm için bir mesafe alamıyoruz, alamayacağız.. Öncelikli olarak erkeğin sorumluluk almasıyla, rolleri paylaşmakla beraber ancak çözüm için bir adım atmış oluruz. Bu durumun istediğimiz gibi olması günümüzde imkansız görünmüyor. Ailelerdeki bilincin artmasıyla birlikte rollerin eşit bir şekilde paylaşıldığı gelişmiş ülkelerde biraz daha fazla görebiliyoruz. Toplumda ve bireylerde farkındalık ve bilincin artmasıyla birlikte bu sorunun üstesinden rahatlıkla gelinebilir. Bunun için de cinsiyetler arası eşitliği içine alan, kültürel bir değişim olmazsa olmaz bir koşuldur.

Çocuk bakım izni
Diğer bir durum da, özellikle kadına iş hayatında verilen doğum ve bakım izni gibi konulardaki eşitsizliktir. Bu düzenlemeler ülkeden ülkeye değişim göstermektedir. Devlet tarafından en çok, Estonya ve Macaristan'da kadınlara çocuk izni verilirken, Japonya'da ise kadına ve erkeğe verilen çocuk izni süresi hemen hemen aynıdır. Doğum aşamasından sonra, çocuğun sadece anneye ihtiyaç duymadığı ve annenin de tek başına çocukla ilgilenmek zorunda olmadığı bariz gerçektir. Bu konuda devletin, ya da özel şirketlerin, meydana çıkan eşitsizliği önlemesi için eşitlikçi düzenlemeler yapması gerekmektedir. Aşağıdaki istatistikler de hangi ülkelerde devletin, kadınlara ve erkeklere ücretli olarak ne kadar çocuk izni verildiğini göstermektedir.




Son söz

Bugün ülkemizde hala, kadın cinayetleri bir türlü durdurulamamış ve tüm hızıyla devam etmektedir. 2019 yılında, şiddete bağlı olarak hayatını kaybeden kadın sayısı: 406. Kadın cinayetlerini önlemeye yönelik atılan adım sayısı ise oldukça yetersiz kalmaktadır ve sorunumuzu net bir şekilde çözememektedir.

Kadın cinayetlerinde sorunun 'kadına' yüklenmediği, katillere gerekli hukuki yaptırımların uygulandığı, çalışma hayatında kadının eşit değer gördüğü, sokakta istediği kıyafetle dolaşabildiği, namus bekçisi gözüyle bakılmadığı, tüm ev işlerinin kadına yüklenmediği, kız çocuklarının eğitim hakkının elinden alınmadığı, kadınların da en az erkekler kadar fırsatlardan yararlanabildiği bir toplum yaratamadığımız sürece de sorunumuz devam edecektir...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Felsefe(6) - İnsan doğası gereği iyi midir, kötü müdür?

İnsan doğası gereği iyi midir, kötü müdür? İnsanın düşünce gücü bu soruya ulaştığında, insanlık için henüz çok erken sayılabilecek bir zamandı. İnsanlık, bundan yüzyıllar öncesinde insan doğası üzerine düşünmeye başlamış ve insan zihninde bazı sorular belirmişti: İnsan doğası kavramı gerçekten var mıydı? Varsa eğer neydi bu insan doğası? İyi dediğimiz neydi; kötü dediğimiz neydi? Bunları kim belirlemişti ya da nasıl belirlemişti? Tüm bu sorulara verilen cevaplar; biz insan doğası üzerine düşünmeye başladığımızdan itibaren sürekli olarak değişti ve bununla beraber düşüncelerimiz de zamanla uyum içerisine girdi. Tarihsel süreç içinde filozoflar, bilim insanları ve psikanalistler başta olmak üzere birçok düşünür bu konu hakkında temel olmuş bazı fikirler ortaya attılar. Unutmayalım ki; bu soru, iyi ve kötü kavramlarına bağlanacağı ve ahlak kurallarımız da zamanla değişmek zorunda olduğu için, ahlak felsefesi ve insan doğası hakkında, ahlak felsefesi temelinden başlayıp günümüze kadar

Felsefe (7) - Sokrates ve Etik Felsefesi

Sokrates ve Etik Felsefesi Sokrates insanları 'ruhlarına özen göstermeye' çağırırken, onların ruhlarına gerekli özeni göstermediklerini düşünmüş ve bu yolda gerekli olan özbilinçten yoksun olduklarını söylemiştir. Bu sözleri, yüksek oranla Atinalı çevresinin etkisiyle ortaya çıkmıştı. Sokrates için söz konusu olan önemli ve değerli şeyler, Atinalıların peşinden koştukları şeylerle aynı değildir. Onun etiği; Atinalıları mevcut yaşamlarından ve değerlerinden uzaklaştırmaya, gerçek ve yeni değerler oluşturmaya yönelik -sonunda kendi hayatına mal olacak kadar büyük- bir teşebbüstür. Onun gözünde insan, bir beden ve bir ruhtan meydana gelen, bir maddi bir de manevi boyutu bulunan, bileşik bir varlık olup, bunlardan insanın varlığına karşılık gelen, onu her ne ise o yapan etken ise ruhtur. Ölümsüz olan ruh karşısında, beden sadece bir araçtır. İnsanı ortaya getiren bu iki ayrı bileşen, Sokrates'e göre, iki ayrı değer türünün ortaya çıkışına sebep olur. Gerçekten var

Felsefe (1) - Platon ve Mağara Alegorisi

Şüphesiz ki Platon günümüze kadar gelmiş geçmiş en önemli filozoflardandır. Toplum ve devlet düzenini eleştirdiği ‘’Devlet ‘’ adlı kitabının 7. Bölümünde Mağara benzetmesiyle toplumu eleştirmiştir.Tabii bu benzetmesi günümüzde de hala geçerlidir ve birçok alanda toplumu aydınlatmaya ve yol göstermeye devam etmektedir. Biz de ‘’topluma eğitimin etkisini ve doğamızın eksikliğini’’ bu alegoriyle anlatmaya çalışacağız... Şimdi mağaranın içinde tutsak,mağaraya zincirlenmiş, dış dünyadan habersiz ve nerde olduğunu göremeyen bir insan topluluğu hayal edelim. Aynı zamanda içerde doğal ışık yoktur,duvarları rutubetli ve oldukça karanlıktır. Bu insanların görebildikleri şey sadece mağaranın duvarları ve dışarıdan yansıyan gölgelerdir. Mağaranın içindeki insanlar, dış dünyadan yansıyan gölgelerin( hayvan, insan,bitki vb.) oldukça büyüleyici olduğunu düşünürler ve doğal olarak bundan   etkilenirler. Gölgelere kendilerini o kadar kaptırırlar ki gerçek olduklarını düşünmeye başlarlar. Eğer bun