Dört duvar, kapalı bir alan, sürekli bir izlenim, yoklama
kağıtları ve güvenlik görevlileri… Tüm bunların hepsi, hapishaneyi bir okulla
benzer kılmaktadır. Temelinde ise, ‘otoriter’ bir fikir yatmaktadır. İlkçağdan
itibaren insan toplulukları, kendilerini yönetecek ve sınırları çizerek,
liderlik edecek bir insana ya da güce ihtiyaç duymuşlardır. Bu güç, kimi zaman Eski
Mısır’da olduğu gibi bir tanrı, kimi zaman feodal dönemlerde olduğu gibi ‘tek
bir kişi’; kimi zaman ise modern toplumlarda
gördüğümüz şekliyle ‘devlet’ olmuştur. İktidar tüm çağlarda varlığını
sürdürmüştür, sürdürmeye devam edecektir. İşin tuhaf yanı ise, hapishanedeki
iktidarın, okuldaki iktidardan pek bir farkının olmamasıdır aslında. Bu yazıda
da öncelikle hapishanedeki iktidar kavramını inceleyip, daha sonra hapishane ve
okul ile ilişkisi üzerinden eğitime olan etkisine Foucault’nun bakış açısıyla
birlikte değineceğim.
Gözün İktidarı
18. yüzyıldan itibaren imparatorluklar, otoriter kontrol
sistemlerini sağlamlaştırmaya çalışmışlardır. Bunun üzerine 1785 yılında
kendisi bir mimar olan Samuel Bentham’dan bir yapı tasarlanması istenir. Samuel
Bentham, kardeşi Jeremy ile birlikte bir bina tasarlar, bu yapının ismi ise ‘Panoptikon’
olarak anılır. Panoptikon kelimesi, ‘bütünü gözetlemek’ anlamına gelir. Jeremy
Bentham, 1787 yılında Beyaz Rusya’daki Crecheff’teki Rus komutan arkadaşına
yazdığı mektuplarda yapının temelinde yatan düşünceden şu şekilde söz eder:
‘’Tasarımı
yapılan Panoptikon’da en önemli temel ihtiyaç karşılayan yan, çok sayıda
insanın gözetim altında tutulmasının amaçlandığı binalar marifetiyle,
çevrelenemeyecek ya da denetlenemeyecek kadar geniş mekâna sahip olmayan,
istisnasız bütün kurumlara uygulanabilir olduğu kabul edilecektir.’’
Bentham’ın tasarımının temel ilkesi, otoriter kontrol
sistemini güçlendirecek şekilde geliştirilmiş geniş kitleleri izleme imkanıdır.
Panoptikon tasarımı, iktidarın baskın olduğu herhangi bir mekanda rahatlıkla
kullanılabilir ve otoriteyi sağlamak adına oldukça fayda sağlayabilir. Bentham’a
göre ise planın özünde yatan önemli bir şey vardır: ‘’Görünmeden gözetleme’’.
Sürekli olarak bir kişi veya otorite tarafından izlenmese de gözetilen kişilere sürekli
olarak gözetilme hissi empoze edilerek, otoritenin istediği şekilde bir yönetim
sağlanabilir.
Bina yukarıdaki resimde görüldüğü gibi gözetleyicinin
merkeziliğini sağlayabilmek adına yuvarlak bir yapıda tasarlanmıştır. Yuvarlak
yapı dışa ve içe bakan pencereleri bulundurmaktadır. Yuvarlak yapının ana
binasında hücreler yer almaktadır. Bu hücreler iç alanda bir boş meydana,
arenaya bakacaktır. Bu meydanın ortasında ise gözetleyicinin kulesi
bulunacaktır. Birbirinden bağımsız hale getirilen hücreler, birbirleriyle
iletişim kurulamaz şekilde tasarlanırken hücre içerisinde bireylerin
yalnızlaştırılarak direniş göstermemeleri amaçlanır. Bu tasarıma göre;
pencereden bakan mahkumlar, kuleyi göremezler ve bu sayede sürekli bir gözetim
hissine kapılırlar. Gözetleyici kuleden ise mahkumlar net bir şekilde
izlenebilmektedir. Bu durum ise günümüzdeki iktidarın görünemezliği üzerine bir
örnek oluşturabilir.
Foucault, iktidarı tanımlarken panoptikon’u bir metafor
olarak kullanır ve gözün iktidarından bahseder. Temelde anlatmaya çalıştığı
şey; 20. Yüzyılda yeni yeni ortaya çıkmış olan dünya siyasi sistemlerinde, para
merkeziliğin yanında artık iktidarların halk odaklılığının yerine, halkın
iktidar odaklılığının yerleştirilmesidir. Foucault bu durumu şöyle açıklamıştır:
“Feodal tipteki bir toplumda siyasi iktidar esas olarak
yoksulların senyöre ve zaten zengin insanlara vergi ödediği, aynı zamanda onlar
için askerlik hizmeti yaptığı bir iktidardı.Fakat kişilerin ne yaptığıyla hiç
ilgilenilmiyordu, siyasi iktidar buna, sonuç itibarıyla, ilgisizdi. Bir
senyörün gözünde varolan şey, toprak, köyü, köyünde oturanlardı, ailelerdi,
fakat bireyler, somut olarak, iktidarın gözüne gözükmüyordu. Bir an geldi ki,
herkesin iktidarın gözü tarafından fiilen algılanması gerekli oldu, kapitalist
türde bir toplum olsun istendi, yani mümkün olduğunda yaygınlaştırılmış, mümkün
olduğunca verimli bir üretimle birlikte; işbölümünde kimilerinin şu işi,
kimilerinin bu işi yapmasına ihtiyaç olduğunda, halkın direniş hareketlerinin,
ataletin ya da isyanın, doğmakta olan tüm bu kapitalist düzeni altüst
etmesinden korkulduğunda, o zaman, her bireyin somut ve keskin gözetlenmesi
gerekli oldu...”
Artık tek kişilik ve yüzünü sürekli gördüğümüz bir kral
iktidarı yerine, bilinmeyen stratejilerin uygulandığı göstere göstere cezalar
yerine, insanların iktidarın yaptığı gözlem empoziasyonu nedeniyle kendi
kendini kontrol ettiği görünmez bir iktidar vardır. İktidar biçim
değiştirmiştir. İktidar artık tamamen farklı bir otorite yöntemi kullanmaktadır,
bu bir kişinin iktidarı değil ’Gözün İktidarı’dır.
Hapishane ve Okul İlişkisi
Yukarıda anlatıldığı üzere otorite, hapishanelerde en üst
düzeydedir ve mahkumlar sürekli bir gözetim altındadır. Fakat işin ilginç yanı,
hapishanede kendisini gösteren otorite, insanların eğitim almak için gittiği okullarda
da pek tabii mevcuttur. Aslında ikisinin de temelinde yatan şey bir zorunluluk kaynaklı olmasıdır ve otorite büyük bir güç sahibidir. Katı kurallar, hapishanede olduğu
gibi okulda da bireylere hareket alanı sağlamamaktadır. Bu durum ise; yaratıcılığın gelişmesini şüphesiz ki kısıtlamaktadır. Özellikle, otoriteye
karşı gelmek veya otoritenin gözetimi altından çıkmak, ikisinde de büyük bir
suç olarak görülür. Bu durumda ise geriye sadece kısıtlı bir özgürlük alanı kalır. Bu
alanda ise, öğrencilerin zorunlu tutulduğu bilgiye sürekli olarak istek duyması
beklenir.
Foucault, bilginin zevkle olan derin ilişkisini vurgulamıştır.
Bilmek insana büyük bir haz verir, tıpkı seks gibi bilgiyi de erotize ederek
yaymak mümkündür. Ancak bu şekilde, zorunluluklarımız ortadan kalkar ve üstümüzde
bir mecburiyet hissi taşımayız. Eğer bilgiye karşı bir haz duymuyorsak ve okul bizde
bunu yaratmıyorsa hapishaneden bir farkı kalmaz. Yoksa toplumumuz bilginin
mutsuz bir şey olduğunu neden bu kadar göstermek istesin? Belki de bilgiden
mahkum bırakılan insanların sayısından dolayıdır, diyor Foucault.
İnsanlar bilgiye karşı tıpkı sekse duydukları gibi bir haz
duysaydı okulların kapısına dayanacak insan sayısını düşünebiliyor musunuz?
Eğer bilgiye erişimi belirli bir sayıda insanla sınırlamak isterseniz bu
şekilde bilgiyi ürkütücü bir şekle sokarsınız. İnsanlar ise bilgi edinmeye
sadece ek toplumsal mükafatlar kazanmak için zorlanır. Ek mükafatlar ise;
rekabet, yüksek maaş şansı ve tabii ki diplomadır. Foucault’ya göre diploma
sadece bilgiye ticari bir değer kazandırma işine yarar. Ayrıca diploması olmayanları,
kendilerinin bilme hakkı ya da buna yönelik yetenekleri olmadığına inandırma
işini görür. Diploması olan herkes, bunun bir işe yaramadığını bilir. Diploma,
asıl olarak diploması olmayanlar için anlamlıdır. Ve Foucault’ya göre diploma, diplomasızlara
yönelik ortaya çıkmıştır. Foucault’dan anladığımız şey şudur: İnsanlar okula ne bir diploma ne de
bir toplumsal mükafat için gitmelidir.
‘Okullar aslında birer hapishane midir?’ sorumuzun cevabı
ise okula ve kişiye göre değişmektedir. Foucault’ya göre kişi bilgiye karşı
derin bir haz duymalı ve okula mutlu bir şekilde gitmelidir. Ancak bu şekilde,
sağlıklı bir öğrenim aşaması gerçekleşmiş olacaktır. Bunun gerçekleşmesi için ise; otorite
tarafından koyulan katı kuralların, sürekli gözetim altında olma hissinin ve okula
karşı duyulan zorunlulukların ortadan kalkması gerekmektedir, yoksa bu şartlar altında gittiğimiz okulun bir hapishaneden farkı yoktur.
''Bir insanın düşünmeye ihtiyacı varsa, gidebileceği en iyi yer, bana sorulursa, üniversiteden sonra, hapishanedir.''
Malcolm X
Kaynakça:
Michel Foucault, İktidarın Gözü ,İmge Kitabevi, İstanbul, 1992
Foucault, Okul Hakkında Röportaj, 2017
Özdel, Gizem. "Foucault Bağlamında İktidarın Görünmezliği ve ‘’Panoptikon’’ile‘’İktidarın Gözü’’Göstergeleri." The Turkish Online Journal of Design Art and Communication 2.1 (2012): 22-29.
Yorumlar
Yorum Gönder