Ana içeriğe atla

Felsefe (9) - Zaman Kavrayışı

 Zaman Kavrayışı


Şu an yaşadığım zaman dilimi, bir zamanlar benim için belki de hayalini kurmuş olduğum veya planlamış olduğum bir gelecekten ibaretti. Fakat, ben bu satırları yazarken bir anda geçmişe dönüştü. Yani az önce yaşadığım ‘şimdiki’ zaman dilimi, aynı zamanda hem gelecek hem de geçmiş olmuş oldu aslında. Geçmiş, gelecek ve şimdi kavramlarının bize gösterdiği olgu ise; elbette birbirlerinden ayrı düşünülemeyecek olduklarıdır. Zaman dediğimiz kavramı algılamaya da burada başlıyoruz. Hayallerimizin ve hatıralarımızın arasında sıkıştığımızda, zamanın bu döngüsünün farkına varmaktan kendimizi alıkoyamıyoruz. Zaman algısı, peşimizi asla bırakmıyor.

Zaman, çağlara, yıllara, aylara, günlere, saatlere ve dakikalara bölünebilir. Saniyeler ve saniyelerin kendilerine bölündükleri şeyler de bölünebilir. Bölme işlemi, sonsuz sayıda an içinde an belirleyip bölünebilir. Mevcut an olarak düşündüğümüz ‘şimdi’, sadece ideal bir noktadır. Şimdiye asla erişilemez, çünkü onu ne kadar ince dilimlere ayırırsak ayıralım; daha ince bir dilimi ayırmak her zaman mümkün olacaktır. Aslında herhangi bir ‘şimdi’ mevcut olan bir şey değildir; sadece bir tabirden ibarettir.

Diğer bir taraftan, zaman sonsuza kadar uzatılabilir. Geçmişi ne kadar derinlemesine kazarsak kazalım, ondan önce gelen bir anı daima tasavvur edebiliriz. Big Bang’in kaynağı olan şeyden önce hiçbir şey olmayabilir ama zaman vardı. Bing Bang’den önce de bir an vardı; patlayan şeyin varlığa gelmesinden önce de bir an ve bu andan önce de bir an vardı. Saniyeler, günler ve çağlar -onlarda açıklanacak hiçbir şey olmasa bile- bir tek sessizliği açığa çıkardı. Üstelik geçmiş için geçerli olan, benzer biçimde gelecek için de geçerlidir. Tasarladığımız gelecek ne kadar uzak olursa olsun; ondan sonraki bir anı daima düşünebiliriz: Zamanın öteki ucundaki öteki ucundaki sessizlik.


Bergson ve Zaman Kavrayışı

Bergson, zaman kavrayışını ‘mekansallaştırılmış’ kavrayış olarak adlandırır. Bu kavrayış uzamın karakterini taşır; sonsuz uzak noktadan, sonsuz uzak noktaya uzanan bir çizgi… İdeal noktalar olsa da; bu çizgiyi işgal eden anların hepsi birbirinden ayrıktır. Tıpkı mekandaki nesnelere benzerler; ancak birbirlerine ne kadar yaklaşsalar da asla çakışmazlar. Aynı mekan ve zamanda iki nesne ya da iki an olamaz. Diğer yandan zaman, kapalı bir kutu olarak düşünüldüğü için de mekansallaştırılır. Şeyler zamanın içinde meydana gelir. Zaman meydana gelen bu şeylere göre dışsaldır, her birini kendi momentiyle işaretler fakat onlar tarafından özümsenemez. Aslında herhangi bir şey oluşmadan önce (böylesi bir önce mevcut ise eğer) zaman vardı. Her şey tamamlandıktan sonra da zaman olacak. Bu açıdan zamanın meydana gelen her şeye oranla aşkın olduğu kanısına varabiliriz.

Bu zaman kavrayışı, zamana ilişkin tek kavrayış değildir. Teknolojik olarak daha az gelişmiş halkların zamanı çoğunlukla döngüsel bir nitelik taşır; tarih tıpkı yılın her bir mevsimi gibi tekrarlar. Modern yaşama alışmış olanlar içinse, en yaygın zaman kavrayışı çizgisel görüştür. Teknolojiye göre bu modern ayrımını yapmamız ise ilk bakışta tuhaf gelebilir. Fakat teknoloji en çok bizi zamanımızla oynamakta ve toplumları ileri-geri götürme yetisine sahip değil midir?

Çizgisel Zaman Kavrayışı 

Çizgisel kavrayış; modern yaşama alışmış olanlar için kullanışlıdır. Karşımıza çıkan işlerin çeşitliliğine göre gündelik hayatlarımızı düzenlememize yardımcı olur: Gitar çalmayı öğrenene kadar her gün aynı saatte çalışmak için müsait olacağım ve bu işimi hallettikten sonra diğer işlerimi yapacağım. Disiplin ve önceliklerimiz burada esastır. Çizgisel zaman görüşünde önceliklerimiz, zamanı nasıl kullandığımızın adeta belirleyicisidir. 

Bu kavrayış farklı faaliyetlerle meşgul insanlar için de uyum sağlar: Hafta içi her sabah 09.30’da toplantı salonunda toplanılacak ve işe başlanacak

Bu kavrayış, aynı zamanda, genellikle ortak tasarılardan ziyade bireysel bir tasarı olarak görülen hayatlara bir anlatım biçimi de verir: Eskiden hukuk öğrencisiydim, sonra stajyer avukat, sonra…

Yaşanan zamanda, çizgisel kavrayışta olduğunun aksine, her an eşit değere sahip değildir.  Geleceğin başrol olduğu bu sahnede geçmiş, şimdi ve gelecek farklı rollere sahiptir. İnsan varlıkları, tasarılarımız, sevk edildiğimiz istikametler, önümüzde uzanan planlarla belirlenir. Bakışımızı ileriye yöneltiriz. O halde tıpkı bir kuyrukluyıldızın kuyruğunu yanında taşıması gibi zamanın başka boyutlarını da yanında taşıyan da gelecektir. Bu durum geleceğin nasıl yaşanacağı konusunda geçmişin hiçbir etkisinin olmadığı anlamına gelmez. Geleceğin nasıl yaşanacağı geçmişle bir ilişki içerisindedir.  Gelecek çoğunlukla geçmişin bize verdiği istikametle anlaşılır. Deneyimlerimiz sona erdiğinde basitçe sahneyi terk etmezler; aksine deneyimlerimiz bizimle birlikte gelişir, bizi belirli istikametlere sevk edip diğerlerinden alıkoyan bir tabakadan tortullaşır. Kimi gelecekler, geçmişimizin temelinde bize açılır, kimileriyse böyle bir açıklık taşımaz. Kimi kişisel üsluplar, kendi üsluplarımıza dönüşür; kimiyse dönüşmez. Geçmiş geleceğe renk katıp rüzgarına kapılarak ona karışır. Gelecek geçmişin yeniden başladığı, kendi etkilerine kavuştuğu yerdir.


Geçmişte takılı kalmak bir psikolojik hastalık mıdır?

Geleceğin taşıyabileceğinden daha fazla değer taşıyanın geçmiş olduğu görüşünde olanlar vardır: kendi geçmişinin ötesine geçemeyenler. Onlara göre gelecek, sadece geçmişleriyle süregelen bir karşılaşmadır. Toplumumuzda örnek olarak ise; ebeveyninin kaderini yaşayacağını düşünen insanlar ve geçmişte takılı kalıp sürekli olarak bu tekrar döngüsünde yaşamakta olan insanlar gösterilebilir. Bu bir psikolojik hastalık belirtisidir; yaşanan zaman kendisini geleceğe sevk etmeye son vermez, bilakis geleceği geçmişin bir tekrarı haline getirmek amacıyla onu sakatlar. Başarısızlığa uğrayan tasarılara ilişkin uğraşlar sürdürülür, eski yaralar acı vermeye devam eder. Ancak psikolojik hastalık geçmişe imtiyaz tanınması değildir; böylesi bir hastalığı olmayanlar için de geleceğe doğru hareket eden bir yönelimdir. Hastalık ve normallik arasındaki fark, ilkine göre geleceğin gerçekleştirilmemiş, genelde gerçekleştirilemez olan ve geçmiş deneyimlerden kaynaklanan tasarılarla işgal edilmiş olması ve bu tasarılara ait hedeflerin kaçınılmazlığını baskılamayı sürdürmesidir.



Çizgisel Zaman Kavrayışı ve Şimdi

Şimdi, gelecekle geçmişin buluştuğu, onların iç içe geçtiği yerdir. Çizgisel zaman kavrayışı şimdiye belirli bir imtiyaz tanır. Şimdi, idrak için çok küçük bir süre olsa bile, belirli bir momentte fiilen var olan tek zamansal noktadır. Şimdi, hakiki zaman biriminin modelidir. Şimdi ideal andır; zaman denilen çizgiyi oluşturmak amacıyla artık var olmayan ve henüz var olmamış bu anlara bitiştirilir. Yaşanılan zamanın varoluşsal bakış açısına göre şimdi, ona karakterini veren geleceğin çekimine ve geçmişin ağırlığına bağlı olmasaydı, boş olurdu. Şimdi, geleceğin ve geçmişin karakterini belirlemez, onlar tarafından belirlenir.

Varoluşsal Zaman

20. yüzyıl boyunca bu zaman kavrayışına karşı çıkanlar oldu. Çizgisel ve mekansallaştırılmış zaman kavrayışı, ilkin filozof Edmund Husserl, sonrasında Martin Heiddegger ve Jean Paul Sartre tarafından varoluşsal bir zaman görüşüyle yerinden edildi. Zaman, insan yaşamının dışında var olan kapalı bir kutu değildir. Bilakis öncelikle yaşanır ve sonrasında çizgisel bir biçim kazanır.

Çizgisel zaman kavrayışı, zamanı mekansallaştırıp ona ait anları onun içine yerleştirmek yerine yan yana dizdiğinden, ifadeyi kavramaya muktedir değildir. Varoluşsal zaman kavrayışı bunu yapmaz. Husserl, Heiddeger ve Sartre’a göre zamanın boyutları farklı da olsa birbirlerinden uzakta değildir. Geçmiş, geleceğe düğümlenmiştir, gelecek geçmişi beraberinde taşır, şimdiyse her ikisinin gerçekleştiği momenttir. Zamanın hiçbir boyutu diğerlerini bünyesinde barındırmaksızın var olmaz. İfadenin varoluşsal zaman kavrayışında kendisine bir yuva bulduğu düşünülebilir. Geçmişte başlayan, kendisini şimdi aracılığıyla gelecekte ifade eder; gelecek, geçmişin bir ifadesine, geçmişi sadece tekrarlamayıp onu açımlayan ya da kıvıran veya yeniden kıvıran bir ifadeye dönüşür. Varoluşsal zaman kavramıyla ilgili sorun, ifade kavramıyla ilişkisinde değildir. Varoluşsal yaklaşım, zamanın insani karakterini vurgular. Zamana öznel açıdan yönelimlidir. İnsanların tasarıları, amaçları ve özlemleri tarafından belirlenmiş olması, zamanın bir boyutu olan geleceği ayrıcalıklı kılar. Geleceğimiz tarafından belirlenen bizizdir. Zamanı bu şekilde sunmak, onu insanların hizmetine sunmaktır.

Varoluşsal felsefe, bireyi hümanist modele hapseder. Aslında bu durum şaşırtıcı da değildir; varoluşçuluk özünde hümanist bir felsefedir. Bir yanılgı sonucu da değil, bir tasarı sonucu böyledir. Bir bakıma insan algılarını ya da insanın dünyaya yönelimini merkeze alan bir ontoloji üretmeye çalışır. Diğer yaklaşımlarda insanı yok saydığımız anlamına da gelmez bu, varoluşsal yaklaşımda insan en yüksek mevkiyi işgal eder. Gerçekte ise, insan evrenin merkezinde değildir.


Son söz

Ara sıra, kendi geçmişime dönüp baktığımda; bir zamanlar yaptığım şeylere ne kadar uzakta olduğumu fark ediyorum. Ve hatta geçmişime dönüp de bir bakıp; o zamanki davranışlarımı şimdiki mantığıma sığdıramıyorum.  Kendi geçmişimizi analiz etmek gibi düşünürsek, aslında böylece zamanla ne kadar değiştiğimiz hakkında müthiş bir izlenime de sahip olabiliyoruz. Aynı şekilde geleceğimizi düşündüğümüzde ise, zamanın akışıyla karşılaşıyoruz. Geçmişteki kendimiz hakkında konuştuklarımız, bir zamanlarda bizim için bir şimdiydi. O zamanlar geçmiş oldu ve şimdi de geçmiş zaman hakkında derinlemesine konuşabiliyoruz. Geçmişte bırakamayacağımız, bizim için vazgeçilmez olan şeyler belki de şimdi hayatımızda yoklar. O anda bu düşünceye varamasak da şimdi, dönüp baktığımızda bunları rahatlıkla görebiliyoruz. Peki, şimdide yaşadıklarımız, sevdiklerimiz, yaptığımız davranışlar, bizim için vazgeçilmez olanlar hakkında, gelecekte geçmişimize dönüp analiz etmeye kalktığımızda neler söyleyeceğiz?


''Çayda akan su gibi , çölde esen yel gibi

İşte bir günü daha kayboldu ömrümün.

Ben ben oldukça iki günün gamını bir çekmem.

Biri geçip giden gün biri gelecek gün.''

Ömer Hayyam






Kaynakça: Bir Birey Nasıl Yaşayabilir?,Todd May, Deleuze Hakkında, Kollektif Kitap, 2017 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Felsefe(6) - İnsan doğası gereği iyi midir, kötü müdür?

İnsan doğası gereği iyi midir, kötü müdür? İnsanın düşünce gücü bu soruya ulaştığında, insanlık için henüz çok erken sayılabilecek bir zamandı. İnsanlık, bundan yüzyıllar öncesinde insan doğası üzerine düşünmeye başlamış ve insan zihninde bazı sorular belirmişti: İnsan doğası kavramı gerçekten var mıydı? Varsa eğer neydi bu insan doğası? İyi dediğimiz neydi; kötü dediğimiz neydi? Bunları kim belirlemişti ya da nasıl belirlemişti? Tüm bu sorulara verilen cevaplar; biz insan doğası üzerine düşünmeye başladığımızdan itibaren sürekli olarak değişti ve bununla beraber düşüncelerimiz de zamanla uyum içerisine girdi. Tarihsel süreç içinde filozoflar, bilim insanları ve psikanalistler başta olmak üzere birçok düşünür bu konu hakkında temel olmuş bazı fikirler ortaya attılar. Unutmayalım ki; bu soru, iyi ve kötü kavramlarına bağlanacağı ve ahlak kurallarımız da zamanla değişmek zorunda olduğu için, ahlak felsefesi ve insan doğası hakkında, ahlak felsefesi temelinden başlayıp günümüze kadar

Felsefe (7) - Sokrates ve Etik Felsefesi

Sokrates ve Etik Felsefesi Sokrates insanları 'ruhlarına özen göstermeye' çağırırken, onların ruhlarına gerekli özeni göstermediklerini düşünmüş ve bu yolda gerekli olan özbilinçten yoksun olduklarını söylemiştir. Bu sözleri, yüksek oranla Atinalı çevresinin etkisiyle ortaya çıkmıştı. Sokrates için söz konusu olan önemli ve değerli şeyler, Atinalıların peşinden koştukları şeylerle aynı değildir. Onun etiği; Atinalıları mevcut yaşamlarından ve değerlerinden uzaklaştırmaya, gerçek ve yeni değerler oluşturmaya yönelik -sonunda kendi hayatına mal olacak kadar büyük- bir teşebbüstür. Onun gözünde insan, bir beden ve bir ruhtan meydana gelen, bir maddi bir de manevi boyutu bulunan, bileşik bir varlık olup, bunlardan insanın varlığına karşılık gelen, onu her ne ise o yapan etken ise ruhtur. Ölümsüz olan ruh karşısında, beden sadece bir araçtır. İnsanı ortaya getiren bu iki ayrı bileşen, Sokrates'e göre, iki ayrı değer türünün ortaya çıkışına sebep olur. Gerçekten var

Felsefe (1) - Platon ve Mağara Alegorisi

Şüphesiz ki Platon günümüze kadar gelmiş geçmiş en önemli filozoflardandır. Toplum ve devlet düzenini eleştirdiği ‘’Devlet ‘’ adlı kitabının 7. Bölümünde Mağara benzetmesiyle toplumu eleştirmiştir.Tabii bu benzetmesi günümüzde de hala geçerlidir ve birçok alanda toplumu aydınlatmaya ve yol göstermeye devam etmektedir. Biz de ‘’topluma eğitimin etkisini ve doğamızın eksikliğini’’ bu alegoriyle anlatmaya çalışacağız... Şimdi mağaranın içinde tutsak,mağaraya zincirlenmiş, dış dünyadan habersiz ve nerde olduğunu göremeyen bir insan topluluğu hayal edelim. Aynı zamanda içerde doğal ışık yoktur,duvarları rutubetli ve oldukça karanlıktır. Bu insanların görebildikleri şey sadece mağaranın duvarları ve dışarıdan yansıyan gölgelerdir. Mağaranın içindeki insanlar, dış dünyadan yansıyan gölgelerin( hayvan, insan,bitki vb.) oldukça büyüleyici olduğunu düşünürler ve doğal olarak bundan   etkilenirler. Gölgelere kendilerini o kadar kaptırırlar ki gerçek olduklarını düşünmeye başlarlar. Eğer bun