Ana içeriğe atla

Serbest Patika (5) - Aşk bir illüzyon mudur?

Aşk bir illüzyon mudur? 


Üstüne bu kadar konuşulup sonuca varamadığımız tek konu belki de aşk. Aşkın tanımlanması oldukça güçtür ve öznel bir fenomen olduğu da aşikardır. Aşka dair birçok şiir, roman, oyun ve sanat eseri mevcut olsa da hala bu kavramın içini; her bireyin neredeyse kendince doldurduğu, öznel bir kavram olmaktan çıkamıyor. Bir tarafta genç Werther'in derin tutkularının bize anımsattığı aşk kavramını hayal ederken, bir taraftan da Oblomov'un eşsiz yalnızlığını bu aşk fenomeninin içine dahil ediyoruz. Bazen bir tablodan aşka dair anlamlar çıkarırken, bazen de dinlediğimiz romantik şarkılardan aşka dair izler bulmaktan kendimizi alıkoyamıyoruz. Fakat bu duygunun bir illüzyondan ibaret olduğunu da sorgulamadan edemiyoruz.

“Aşk” kavramı, kişinin arzuladığı bir başkasına emosyonel olarak bağlanmasının yanı sıra arzuladığı duyusal uyaranları elde etmesini de kapsar. “Aşk” kelimesi ise etimolojik olarak Arapça “sarmaşmak”, “sıkı bir şekilde sarılmak” fiilinden gelmektedir. Batı dilleri açısından ise bu kelime “arzulama”, “özleme”, “doyum” ve “libido” ile ilişkilidir. Batı kültürlerinde, tarihsel olarak aşk kavramını inceleyen May, bu kavramın libido (cinsellik, şehvet), eros (üretme/ yaratma dürtüsü), filia (dostluk/ kardeş sevgisi) ve agape/ caritas (ötekinin refahı için adanmış sevgi) olarak dört çeşit aşk türünü kapsadığını ve gerçek bir aşk deneyiminin bu dördünün bir karışımından oluşabileceğini düşünür.

Oysa hepsinin ortak paydasında tek bir şey var: mantıksızlık. Aşık olduğumuzda beynimize giden sinyallerden, salgılanan hormonlara kadar gözle görülür bir değişim sürecine giriyoruz. Vücudumuza hızla yayılan serotonin hormonuyla beraber tarif etmekte zorlandığımız bir mutlulukla birlikte karnımızı saran kelebeklerle mücadele edip bu 'durumun' üstesinden gelmeye çalışıyoruz. Bir taraftan zevkin doruklarına ulaşırken, diğer taraftan acıyla yüzleşmiş oluyoruz; en azından biyolojik olarak...


Aşk bir illüzyon mudur?

Aşk ve Psikolojik Eksiklik

Biyolojik olarak etkilerinin yanında, aşkın insan üzerinde psikolojik olarak da etkisini hissediyoruz. Aşk duygusu tutkularımızın isteklerimizi şekillendirmesine olanak sağlıyor. Böylece, bir bakıma, Lacan’ın fantezi teorisini apaçık desteklemiş oluyoruz. Lacan, fantezilerimizin gerçekdışı olduğunu düşünür ve istediğimiz şeyi elde ettiğimiz anda artık onu istememeye başladığımızı ifade eder:

''İsteklerimizin devam edebilmesi için objesinin sürekli olarak eksik olması gerekir. İstediğimiz aslında o şey değildir; onun fantezisidir. İstekler, yalnızca çılgın fantezileri destekler.''



Abbas Kiyarüstemi ve aşk üzerine görüşleri

Aşkın da çılgınca fantezilerimizi desteklediğini düşünürsek; aşk konusunda bu tür isteklerimizin sonucunda herhangi bir noktaya ulaşamayacağımızı anlatmaya çalışan Lacan, fantezi teorisini eksiklik kavramıyla açıklar. Lacan'ın fanteziler hakkında bu görüşünün yanısıra, ünlü yönetmen Abbas Kiyarüstemi de aşk hakkında görüşlerini yine bir eksiklik kavramı üzerinden anlatır:

‘'Birisi bir zamanlar aşkın, yanlış anlamanın sonucu olduğunu söylemişti. Bizler yanlış anlamayı ararız.  Anlaşmayı başardığımızda, birini gerçekten anladığımızda, aşk da sona erer. Her türlü iyi şeyi o kişiye atfederiz ve sonra ona aşık oluruz. Ancak elbette elde ettiğimiz eksik bir gerçek oluyor çünkü gerçeği bilmek istemiyoruz. Gerçeği bilmek karşıdakini anlamak ve aşkın bitmesi demektir. Yani bir bakıma, aşk yanlış anlamanın sonucudur. Birini anlamadığımızda ona aşık oluruz.  Kişinin gerçeğinin farkına vardığımızda, onun düşündüğümüz kişi olmadığını söyleriz. Yani aşk, illüzyondan başka bir şey değildir. Şükür ki böyle bir yeteneğimiz var.  Başka türlü olsaydı, tek bir özgün tip olurdu ve herkes ona aşık olurdu. Uzun yıllar boyunca bir şeylerin pek çok kopyasını gördükten sonra özgün olan biri, bizi olduğumuz yerde durdurur. Nefesimizi keser. Bizler özgün olanın karşısında durup onu anlayabilecek uzmanlar değiliz. Bu yüzden, kopyalar olmasaydı, özgün olanları anlayamazdık. Aşık olduğumuzda, her şeyi özgün olarak görürüz. Bizler kendi gözümüzü boyarız. Değerini abartır kendimize alamayacağımız kadar çok sıfır ekleriz sonuna. Ve böylece bedelini ödeyemeyiz etiketteki sıfırları teker teker sileriz. Değerini indiririz. İşte böylece gerçeğe ulaşırız. Burada benim de gönülden inandığım nokta şudur ki; çoğumuz için özgün olan ulaşılmazdır. Bu yüzden bir kopyaya değer vermeli ve takdir etmeliyiz. Önemli olan budur.’' (Çeviri: Ümid Gurbanov)

 


Aşk, bir yanlış anlama veya birbirini anlayamama durumunda mı ortaya çıkıyor bilemiyorum, ancak; her iki durumun da bizi yanılgaya sürüklemesi de oldukça muhtemel. İnsan zihni, duygularımızın yönelimindeki en önemli belirleyici rolünde. Zihnimiz, bu akışta karşılaştığı herhangi bir etki ile duygularımızı önemli bir biçimde şekillendirir. Güne güzel bir şekilde başladığımızda, örneğin güzel bir kahvaltı ile, gün içindeki duygu ve düşüncelerimizde önemli bir etkiye sahip olabiliriz. Aynı şekilde sadece iki parça çikolata yediğimizde bile; aşık olduğumuz andaki kadar dopamin hormonu salgılayabiliyoruz. Yani biyolojik olarak bu duygunun salgılanması için gereken her şeyi bir şekilde gerçekleştirebiliriz; yapay ya da doğal. 

Fakat aşık olma durumu, yalnızca biyolojik olarak hormonların salgılanmasıyla sınırlı olmasa gerek. Aşkın psikolojisi, biyolojisinden oldukça karmaşık. Öyle ki aşkın bir illüzyon olduğu düşüncesini kabul eden insanlar olduğu kadar; aşk halini gerçekten mutlu bir durumda sürdüren insanlar da vardır. Aşk kavramının kişiden kişiye göre değişmesi ve tanımlamasının zor olması da bunda bir etken. İnsanın yaşadığı ruh halinin aşk mı yoksa sevgi mi olduğuna karar verebilmesi, bu ayrımı yapabilmesi de oldukça zor olsa gerek. Aşk kavramının olgun bir evreye girerek sevgi kavramına dönüşmesi ve sonucunda mutluluk getirmesi olağan olduğu kadar; olgun evreye geçemeyip gerçek olmasını istemeyeceğimiz kadar acı getirmesi de mümkün. Aşk kavramını olduğu anda hissettiğimiz şeyler ve bunu ne şekilde yaşadığımız oldukça önemli. Daha önemlisi ise olgun bir evreye evrilebilmesi ve sevgiye dönüşmesi aslında. Aşk kavramını bir illüzyon olarak kabul etseniz bile etkilerinin gerçekliği, duygusal deneyimlerimiz ve bu duyguya bağlı olarak anlam arayışımız ortadadır. Deneyimlerimiz gerçek olduğu kadar illüzyon, duygularımız ise illüzyon olduğu kadar gerçektir aslında. 


"Aşk yalnızca mutlu bir buluşma, bir karşılaşma değil. Aynı zamanda karanlık bir yanı da var aşkın. Kendini feda etme isteği, kendi duygularını dünyanın en önemli şeyi sayma eğilimi, onaylanma isteği, aşağılık ve üstünlük duyguları hemen kenarda dururlar. En çok karşılaşılan şey de pek çok rezilliğin üzerine aşk dökerek meşrulaştırmaktır. Yukarı sınıflar, patronlar, zenginler kendilerini aşkla bile kabul ettirirler. O yüzden aşkı paradan üstün tutan kahramanı sever, ararız."

ORHAN PAMUK





Kaynakça: 

Abbas Kiyarüstemi: Aşk Üzerine (2010) – Çeviri: Ümid Gurbanov

Nişanyan S. Sözlerin Soyağacı: Çağdaş Türkçenin Etimolojik Sözlüğü. İstanbul, Adam Yayınları, 2007

May R. Aşk ve İrade. İstanbul, Okuyanus, 2008

“Aşk” Fenomeni ve Sevgi İlişkilerinin Nörobiyolojisi, Ali Evren Tufan, İrem Yaluğ,2010

Orhan Pamuk Aşk Hakkındaki Görüşleri ( https://www.birgun.net/haber/orhan-pamuk-ask-hakkindaki-dusuncelerini-anlatti-287813 )

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Felsefe(6) - İnsan doğası gereği iyi midir, kötü müdür?

İnsan doğası gereği iyi midir, kötü müdür? İnsanın düşünce gücü bu soruya ulaştığında, insanlık için henüz çok erken sayılabilecek bir zamandı. İnsanlık, bundan yüzyıllar öncesinde insan doğası üzerine düşünmeye başlamış ve insan zihninde bazı sorular belirmişti: İnsan doğası kavramı gerçekten var mıydı? Varsa eğer neydi bu insan doğası? İyi dediğimiz neydi; kötü dediğimiz neydi? Bunları kim belirlemişti ya da nasıl belirlemişti? Tüm bu sorulara verilen cevaplar; biz insan doğası üzerine düşünmeye başladığımızdan itibaren sürekli olarak değişti ve bununla beraber düşüncelerimiz de zamanla uyum içerisine girdi. Tarihsel süreç içinde filozoflar, bilim insanları ve psikanalistler başta olmak üzere birçok düşünür bu konu hakkında temel olmuş bazı fikirler ortaya attılar. Unutmayalım ki; bu soru, iyi ve kötü kavramlarına bağlanacağı ve ahlak kurallarımız da zamanla değişmek zorunda olduğu için, ahlak felsefesi ve insan doğası hakkında, ahlak felsefesi temelinden başlayıp günümüze kadar

Felsefe (7) - Sokrates ve Etik Felsefesi

Sokrates ve Etik Felsefesi Sokrates insanları 'ruhlarına özen göstermeye' çağırırken, onların ruhlarına gerekli özeni göstermediklerini düşünmüş ve bu yolda gerekli olan özbilinçten yoksun olduklarını söylemiştir. Bu sözleri, yüksek oranla Atinalı çevresinin etkisiyle ortaya çıkmıştı. Sokrates için söz konusu olan önemli ve değerli şeyler, Atinalıların peşinden koştukları şeylerle aynı değildir. Onun etiği; Atinalıları mevcut yaşamlarından ve değerlerinden uzaklaştırmaya, gerçek ve yeni değerler oluşturmaya yönelik -sonunda kendi hayatına mal olacak kadar büyük- bir teşebbüstür. Onun gözünde insan, bir beden ve bir ruhtan meydana gelen, bir maddi bir de manevi boyutu bulunan, bileşik bir varlık olup, bunlardan insanın varlığına karşılık gelen, onu her ne ise o yapan etken ise ruhtur. Ölümsüz olan ruh karşısında, beden sadece bir araçtır. İnsanı ortaya getiren bu iki ayrı bileşen, Sokrates'e göre, iki ayrı değer türünün ortaya çıkışına sebep olur. Gerçekten var

Felsefe (1) - Platon ve Mağara Alegorisi

Şüphesiz ki Platon günümüze kadar gelmiş geçmiş en önemli filozoflardandır. Toplum ve devlet düzenini eleştirdiği ‘’Devlet ‘’ adlı kitabının 7. Bölümünde Mağara benzetmesiyle toplumu eleştirmiştir.Tabii bu benzetmesi günümüzde de hala geçerlidir ve birçok alanda toplumu aydınlatmaya ve yol göstermeye devam etmektedir. Biz de ‘’topluma eğitimin etkisini ve doğamızın eksikliğini’’ bu alegoriyle anlatmaya çalışacağız... Şimdi mağaranın içinde tutsak,mağaraya zincirlenmiş, dış dünyadan habersiz ve nerde olduğunu göremeyen bir insan topluluğu hayal edelim. Aynı zamanda içerde doğal ışık yoktur,duvarları rutubetli ve oldukça karanlıktır. Bu insanların görebildikleri şey sadece mağaranın duvarları ve dışarıdan yansıyan gölgelerdir. Mağaranın içindeki insanlar, dış dünyadan yansıyan gölgelerin( hayvan, insan,bitki vb.) oldukça büyüleyici olduğunu düşünürler ve doğal olarak bundan   etkilenirler. Gölgelere kendilerini o kadar kaptırırlar ki gerçek olduklarını düşünmeye başlarlar. Eğer bun