Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Felsefe (3) - Stoa Felsefesi ve Stoacı Hayat Anlayışı

Stoa Felsefesi ve Stoacı Hayat Anlayışı Stoacılık, M.Ö. 3. Yüzyıl'da Kıbrıslı Zenon tarafından kurulmuş bir felsefe okuludur. Bu okul zaman içinde bazı değişiklikler geçirerek Roma düşüncesine hakim olmuş, onun resmi felsefesi haline gelmiştir. Stoa felsefesinde, geçmişte yaşamış Sokrates, Kinikler ve hatta Diyojen 'den izler bulmak mümkündür. Stoa felsefesi, şüphesiz ki bu isimlerden etkilenmiştir. Stoacılık, Kinikliğin devamı niteliğinde olmasına rağmen önemli bir noktada onlardan ayrılır. Kinikler dünyanın reddedilmesini, terk edilmesini isterler. Stoacılara göre ise bu gerekli değildir. Kendilerine kayıtsız kalmayı bildikten sonra maddi başarıların veya hazların bir zararı yoktur. Aynı şekilde toplumsal hayat, hükümet, evlilik gibi Kiniklerin reddettikleri şeyleri veya kurumları da, Stoacılar kategorik olarak reddetmezler; yeter ki bu şeylere bağlı kalınıp özgürlük reddedilmesin.  ''Elimde olanda iradeci, elimde olmayana kaderci, ikisini birbirinden ayır

Edebiyat (3) - Alıntılarla ‘’Genç Werther’in Acıları’’

Dünya edebiyatının en büyük yazarlarından biri olan Johann Wolfgang von Goethe, 1749 yılında Almanya’da dünyaya gelmiştir. Yalnızca edebiyatla değil eğitim, doğa bilimleri ve felsefe de içinde olmak üzere pek çok konuyla yakından ilgilenmiştir. Goethe 1774 yılında, henüz yirmi beş yaşındayken ‘’Genç Werther’in Acıları’’ kitabını yazmıştır. Kitabın yazımı iki hafta kadar sürmüştür ve bu süre oldukça azdır. Mektup-roman içerikli bu kitap, üç bölümden oluşmaktadır. İlk iki bölümü Werther’in dostu Wilhelm’e yazdığı mektuplardır, son bölümde ise olay akışı üçüncü kişi tarafından aktarılmaktadır. Werther’in Lotte’ye karşı beslediği doyumsuz aşk bir o kadar da imkansızlıklarla çevrilidir. Lotte, Albert ile evli olduğu için her zaman Werther’e karşı mesafeli durmuştur. Werther ise her zaman Lotte’ye karşı olan doyumsuz aşkını doruklarda hissetmiştir, buna engel olamamış, hatta olmak da istememiştir. Sonrasında ise doyumsuz aşık Werther, zaman zaman acı çektiği, zaman zaman mutlulukta

Edebiyat (2) - Türk Edebiyatının Ölümsüz İsmi : Sabahattin Ali

Türk Edebiyatının Ölümsüz İsmi : Sabahattin Ali Sabahattin Ali 25 Nisan 1907 tarihinde bugün Bulgaristan’a bağlı Eğridere (bugünkü adı Ardino) şehrinde hayata gözlerini açmıştır. 1907 yılı, dünyanın bir nevi değişim yılıdır. Siyasi olaylar, Osmanlı- Balkanlar ilişkisi, ihtilal hazırlıklar içindeki bir ordu.. Böyle bir ortamda dünyaya gelmişti Sabahattin Ali. Babası Selahattin Bey bu dönemde ‘’Piyade Yüzbaşı’’ olarak görev yapıyordu. ‘’İstanbul’un asil ve eski bir ailesinin çocuğu idi babam... Çok iyi büyütülmüş, terbiye edilmişti... Askerliği o zaman en şerefli meslek zanneden ailesi kendisini Harbiye’ye vermiş, oradan zabit çıkmıştı...Tam 30 yaşında ve yüzbaşı rütbesindeyken Edirne’nin Eğridere bölgesinde bulunuyordu. Ve burda alaydan yetişme bir teğmen olan birinin kızını gördü...’’ Bu kişi annesi Hüsniye Hanım’dı. Anne ve babasının evliliğini bu cümlelerle anlatıyordu. Ondan dört yıl sonra kardeşi Fikret doğdu. Babası Selahattin Bey Sıkıyönetim Mahkemesi Başkan

Felsefe (2) – Gerçeğin Gizgin Araştırıcısı Buddha ve Öğretisi

Gerçeğin Gizgin Araştırıcısı Buddha ve Öğretisi ‘’Gördüğün her şey, hayvanlar, insanlar, birlikte yaşadığın insanlar, hepsi aynı şeydir. Sen de o ‘’aynı’’nın içindesin. Yani Tanrı’nın soluğundan bir nefes, hepsi bu. ‘’ Bu bütünlüğü tam olarak kavrayabilmek için Hintli rahipler çok ilginç bir yöntem geliştirdiler. Sık ağaçlarla dolu bir orman içine çekildiler ve orada sadece düşündüler: saatlerce, günlerce, haftalarca, yıllarca. Yere bağdaş kurarak ama vücutları dimdik oturdular, sessizce hep toprağa baktılar. Mümkün olduğunca az nefes aldılar ve az yediler. Evet, bunlardan bazıları kendilerine bu yolla özellikle eziyet ettiler. Böylece olgunlaşacaklar ve bunun için gerekli bedel olan acı çekmeyi de göze alacaklardı. Tanrı’nın nefesini de böylece içlerinde hissedeceklerdi.  Bu kutsal adamlar, acı çekenler ve gezip dolaşanlar Hindistan’da 3000 yıl önce bir hayli fazlaydı ve bugün bile bu tür insanları görmek mümkündür. Ama bunların içinde biri vardı ki, diğerlerinden çok farkl

Serbest Patika (1) - Newton Çarkı ve Yavaş Yaşam

Serbest Patika (1) - Newton Çarkı ve Yavaş Yaşam Dönüp de geçmişe baktığımızda zamanın ne kadar da hızlı aktığını düşünürüz çoğu zamanlarda. Fakat zaman dediğimiz bu ‘’döngü’’   her zaman aynı hızla mı ilerliyor ? Yani en yakın arkadaşınız kritik bir ameliyat geçiriyorken kapıda sizin beklediğiniz süreyle, yine en yakın arkadaşınızla bir barda akşamüstü eğlenirken geçirdiğiniz süre birbirine gerçek anlamda eşit mi ? Birinci durumda zaman ne kadar yavaş geçiyordu halbuki, dakikalar geçmek bilmiyordu. Her saniye ayrı ayrı düşüncelerle   dolu   geçirdiğimiz bu vakitle, ikinci durumda zamanın nasıl geçtiğinin farkında olamayacak kadar hızlı geçen vaktimizin,   döngümüzde aynı yere sahip olması gerekiyordu. Peki, şöyle bir geriye dönüp baktığımızda ilk duruma dair mi çok şey hatırlıyoruz yoksa ikinci durum mu hafızamızda bu kadar yer ediniyor ? Cevabı oldukça belirsiz bir soru açıkçası. Tam bu sıkıştığımız durumlarda bize her zaman yardım eden iki şey vardır : Bilim ve Felsefe. B

Edebiyat (1) - Edgar Allan Poe ve Acılarla Dolu Hayatı

Edgar Allan Poe ve Acılarla Dolu Hayatı Poe’nun hayatı gerçekten duyduğumuz kadar berbat mıydı ? Belki de duyduklarımızdan daha da berbattı Poe’nun hayatı. Şiir ya da öykü yazmak için kalemi eline aldığında korkunç hayatından izler görülebiliyorduk. Yazdıkları tam olarak özyaşam öyküsü sayılamaz ancak kişisel tarihiyle ilgili izler taşıdığı da kuşku götürmez. Poe’nun hayal gücünün gelişmesinde onu etkileyen en önemli kişi annesidir. Annesini görenlerin söyledikleri tek bir ortak cümle vardı : ‘’Bugüne kadar yaşamış en güzel insan...’’  Poe’nun annesi Elizabeth İngiltere’de doğdu fakat ailesi o 8 yaşındayken İngiltere’den Amerika’ya göç etti. 10 yaşındayken tüm dikkatleri üzerine çeken bir oyuncu olmayı başarır. 13 yaşındayken onu aileye ait tiyatronun başoyuncusuyla evlendirirler. Kocası, evlendikten henüz bir yıl sonra vefat eder. Aynı tiyatro topluluğu o sıralarda erkek oyuncu ihtiyacı çeker ve birçok başvuru içinden tek bir kişiyi; ince, beyaz tenli, yakışıklı ve bir o kadar

Felsefe (1) - Platon ve Mağara Alegorisi

Şüphesiz ki Platon günümüze kadar gelmiş geçmiş en önemli filozoflardandır. Toplum ve devlet düzenini eleştirdiği ‘’Devlet ‘’ adlı kitabının 7. Bölümünde Mağara benzetmesiyle toplumu eleştirmiştir.Tabii bu benzetmesi günümüzde de hala geçerlidir ve birçok alanda toplumu aydınlatmaya ve yol göstermeye devam etmektedir. Biz de ‘’topluma eğitimin etkisini ve doğamızın eksikliğini’’ bu alegoriyle anlatmaya çalışacağız... Şimdi mağaranın içinde tutsak,mağaraya zincirlenmiş, dış dünyadan habersiz ve nerde olduğunu göremeyen bir insan topluluğu hayal edelim. Aynı zamanda içerde doğal ışık yoktur,duvarları rutubetli ve oldukça karanlıktır. Bu insanların görebildikleri şey sadece mağaranın duvarları ve dışarıdan yansıyan gölgelerdir. Mağaranın içindeki insanlar, dış dünyadan yansıyan gölgelerin( hayvan, insan,bitki vb.) oldukça büyüleyici olduğunu düşünürler ve doğal olarak bundan   etkilenirler. Gölgelere kendilerini o kadar kaptırırlar ki gerçek olduklarını düşünmeye başlarlar. Eğer bun